7 Mayıs 2011

Bir itirafcinin kaleminden -13-

                                               ONDÖRDÜNCU BÖLÜM
Abdullah ÖCALAN, henüz Suriye'nin başkenti Şam'dan çıkmamıştı. Öcalan'a
göre; ARGK'nin askeri anlamda asıl amaçlanan işlevim görmesine karşın, tatminkâr
siyasal bir zemine oturulmadığından silahlı mücadelenin ağırlığını hissettirici
boyutlarda idame ettirmek gerekiyordu. Ancak, yalnız ARGK'nin çalışmaları yeterli
gözükmemekte buna, ERNK adlı cephe kanadının da destek çıkması lazım geliyordu.


Üstelik aleyhte bulunan iç gelişmelerden biri de dağ kadrosunun çözülmese bile
iyiden iyiye güç yitirmiş olmasıydı. Ve esasen 1993 yılından sonraki süreçlerde eskisi
gibi kitle desteği de bulmak ne mümkündü. Bundan dolayı derhal harekete
geçilmeliydi. ARGK ve ERNK'den tam detaylı son faaliyet bilgisi alınmalı ve ortaya
çıkan sonuçlar altıncı kongreye taşınarak burada çok daha kapsamlı ve bağlayıcı
çözümler aranmalıydı. Nihayetinde 6. kongre kararlarıyla birlikte yeni bir değişim
süreci yaşanacak ve kırsaldaki mücadele siyasal sahaya paralel olarak gelişerek
olağanüstü taktik bir savaş en dayatıcı unsur olarak baş gösterecekti.
Öcalan, tüm tasarladıklarını pratikte yaşatmak için, ARGK'nin mücadele
sahasındaki bütün eyaletlerine, ERNK'nin yönetici tabakasına talimatlar göndererek,
geçmiş faaliyetlerini de içeren kapsamlı bir rapor istemişti.
ARGK, kesintisiz bir şekilde raporlarını hazırladı; Ana Karargah'a, yani Cuma
(K) Cemil Bayık'a gönderdi. Raporlar, burada da fazla bekletilmeyerek doğruca asıl
adresine yollandı. ARGK'ye nazaran cephe sorumluları işi biraz daha ağırdan
alıyorlardı.
Apo tarafından hazırlanıp gönderilmesi istenen rapor ancak bir ay sonra
hazırlandı. Uygun bir zamanda bu rapor da yollanacaktı.
Haziran 1998 tarihinde kaleme alınan ERNK raporunu okuyamadan
diktatörlüğünün sona ereceğini, saltanatının yıkılarak devletin kucağına oturacağını
düşünememişti Abdullah Öcalan...
Devlet gizliden hazırlıklar başlatmıştı. Hatta estirdiği savaş rüzgarları bu
hazırlıkların sadece ilk merhalesinin birer senaryosu olmuştu. Yıllarca PKK'ya karşı
mücadele veren güvenlik güçleri, verilen kayıpların ve Suriye sınırının militanlar
tarafından rahatça kullanılmasının da zemin tanıdığı kozları kullanarak ilk kez çok
yüksek ve kararlı bir ses tonu ile, Orgeneral Atilla Ateş'in ağzından Suriye'yi resmen
güç kullanmakla tehdit etti. Ardından bunu siyasilerin ve Cumhurbaşkanı'nın
açıklamaları takip etti. Hepsi komşu ülke Suriye'nin kahpece bir oyuna eşlik ettiğim,
PKK'nın başı Apo'nun Şam yönetimi tarafından belirgin şekilde korunarak
barındırıldığını ifade ediyorlardı. Tek ağız, tek yürek olan devlet yetkilileri;
"PKK'ya kapılarını sonuna dek aralayan Suriye'nin tavırlarına
tahammülümüz kalmamıştır. Ya Apo'yu kovar ya da sonucuna katlanırlar,”
diyerek gerekirse caydırıcı bir güç kullanacaklarının ilk sinyallerini veriyorlardı. Devlet,
olası bir savaş için Suriye sınırına askeri yığınak dahi yapmıştı.
Şam yönetimi, Türkiye ile yapılacak bir savaştan galip ayrılmalarının mümkün
olmadığım iyi bilmekteydi. Bu sebeple ani bir karar alan Hafız Esad, Apo'dan, ülkeyi
terk etmesini kibarca istemek zorunda kaldı. Apo'ya:
"Örgütünü desteklemeye devam edeceğiz. Ancak, senin varlığın
beraberinde ülkemizi de felakete sürükleyebilir. Bunu göze alamayız!" diyen
Şam yönetimi, Apo'yu sınırlarının dışına çıkardı. Ve Öcalan, 1984 tarihînde Türkiye
içerisinde eylemlere girişen örgütünü, 1998 tarihine kadar kumanda ettiği Şam'daki 
karargahından çıkmak durumunda kaldı. Bundan sonra korku dolu bir kovalamaca
yaşadı. Güçlüyken kendisim destekleyen, sırtını sıvazlayan Avrupalı dostları, sefilleri
oynarken aciz kaldığını gördüklerinde onu tek kelime ile sattılar. Ta ki devletin
uçağına binerek İmralı'ya yolcu edilene dek herşeyi bir rüya sanan Öcalan, artık
anlamıştı ki sonun başlangıcındaydı. Bizim yıllar öncesinden gördüğümüz için
koptuğumuz örgütten bu gerçeği fark ederek ayrılmamıştı Öcalan. Bu, aslında yıllar
önce görülen bir sondu. Bu günlerin yaşanacağı, ağlatan geçmişte saklıydı belli ki.
Öcalan, son atılımlarını gerçekleştirmek üzere kurduğu planlarını
uygulayamadan ininden koptu. Kendi deyimiyle; uluslararası bir komploya uğrayarak
paketlenip, Türk Devleti'ne sırf iyi görünmek adına teslim edildi. Doğal olarak
ERNK'nin hazırladığı raporu da okuyamadı.
ERNK raporu, bu olağanüstü gelişmelere rağmen aksama olmaksızın
gönderilmişti PKK üst organlarına.
ERNK'nin hazırlamış olduğu raporun içeriği oldukça genişletilmiş faaliyet
bilgilerini içeriyordu. Fakat bilgilerin çoğu, kısaltıldığı sanılan ifadelerle veriliyordu.
Rapor toplam beş sahifeden ibaretti. Her beş sahifenin sağ alt kısımlarında ERNK
mührü bulunmaktaydı. Herhalde her sayfaya mühür vurulmasındaki neden sayfaların
değiştirilerek, bilgilerden çıkarma yapılmaması içindi. Raporun son sayfasında ERNK
İstanbul Temsilciliği'nin adı yazılı bulunduğundan, raporun İstanbul'daki komite
unsurları tarafından hazırlandığı açıklık kazanmaktaydı.
Haziran 1998 tarihini taşıyan ERNK raporunda, Türkiye'nin bir çok merkezine ve
özellikle de metropollere üstlenmiş bulunan komitelerin çalışmaları da
anlatılmaktaydı. Rapordaki anlatımlara bakıldığında ERNK'nin de ARGK tipi bir
çalışma ağı oluşturduğu ve şehirleri bölgelere ayırarak belirli sorumluluk sahaları
kurduğu, aktif eylemsellikle dikkat çekileceğine, pasif görünerek geniş çaplı
Örgütlenme gerçekleştirdiği anlaşılmaktaydı. Tabii bunun doğruluk derecesini tespit
etmek ancak olayları zaman aşımına bırakmakla mümkün olabilirdi. Her ne kadar
bana göre; ERNK, iddia ettiği kalitede gözükmese de!.. ERNK'nin PKK'nın 6. Kongresi'ne
hitaben hazırladığı komite deyimiyle "genel rapor" 1991 yılından başlayan süreci
de gözönüne alarak yazılmıştı. Bu da gösteriyordu ki, Abdullah Öcalan, daha Önce
yazılan raporlara tam anlamıyla itibar etmemişti. Çünkü, hazırlanan raporun
başlangıç tarihinin 1991 olması kafalarda soru işaretleri oluşturmaktaydı. Örgütün 4.
kongresi 1990 yılında yapılmıştı. Bu kongreden önce de ARGK'den olduğu gibi
ERNK'den de faaliyet raporları istenmişti. Alınan raporları da gözönünde bulunduran
örgütün merkezi üyeleri 4. Kongrelerini gerçekleştirerek buradan çıkan kararların hem
ARGK, hem de ERNK tarafından eksiksiz olarak uygulanması istenmişti.
4.Kongre'deki can alıcı nokta örgütün halkla bütünleşme sürecine girmesinin
istenmesiydi. ERNK'den beklenen ise, yozlaşmadan uzak kalınarak ARGK'nin yaptığı
eylemlerin propagandasının yapılması, örgüte yüklü mali ve lojistik kaynak
sağlanması ve Apoizm diye nitelendirdiğim fikirlerin kitlelere enjekte edilmesi için
daha tatminkâr çalışmaların oluşturulmasıydı.
4. Kongre kararlan geçmiş bölümlerimizde mevcuttur.
Alınan bu kararların üzerinden tam sekiz yıl geçmişti. Üstelik bu arada örgütün
1994 tarihinde yaptığı 5. Kongre de vardı. Bu süreçte belki de onlarca rapor
hazırlanmış, yüzlerce de yazışma gerekleşmişti. Acaba, hazırlanan onca raporları
okuyan-inceleyen Öcalan, bunları gözle görülür çalışmalarla kıyasladığında çok mu
eksiklikler hissetmişti veya raporlan yetersiz, kongre kararlarım da sonuçsuz mu bulmuştu
ki, yeni bir rapor daha hazırlatma karan almıştı!? El-betteki bunları bilmek  mümkün değildi. Belki de bunların nedenini kendisi de bilmiyordu. Tüm bunlar
görülmeyen perde arkasındaki asıl sorumlular tarafından da istenmiş olabilirdi!
Son tahminim kanaatimce daha mantıklıdır. Zira, biteceği belli olan Apoist
zihniyetin dışında örgüte yeni bir kimlik kazandırmak, mücadele tarzını taktik
değişimiyle alışılagelmiş görüntüsünden arındırmak asıl gaye olabilirdi. Bunun için
stratejinin değiştirilmesi gerekiyordu. Ütopyanın mahkûmiyeti, değişimci, akılcı,
bilimselci ve gerçekçi yapılanmaya dayalı bir çalışma sisteminin oturtulması öncelik
kazanmalıydı. Yani hedef sapkınlığı görünümünden çıkılarak, PKK'nın gerçek ve
akılcı ve çözüme daha yakın bir misyon kazanmasını ve bu örgütle muhatap
olunmadan hiçbir sonuca varılamayacağı görüşünün yaygınlaşması amaçlan-malıydı.
İşte, bu beklentilerin Apo ile imkansızlaştığını farkeden arka plandaki güçler
büyük olasılıkla Örgüte doğrudan müdahele etmişlerdi. Ve sonradan gözden düşen
Öcalan'ı harcamışlardı. Tıpkı Öcalan'ın uçkuru, midesi veya egosu uğruna harcadığı
militanlar gibi!..
Batan geminin kurtarılması ve eski görünümünün korunması mümkün müydü
bilinmez ama, umutların Apo sonrası da tükenmediği gün gibi ortadaydı. 1991 yılım
da kapsayan ERNK raporunun hazırlanmasını isteyen Apo üstü odaklardı ve belli ki,
alınan mesafeyi ölçmek veya ne kadar güç kazanıldığının birinci elden gözden
geçirilmesini sağlamak istemişlerdi. Bu hedefe varılması için ERNK raporunun
içeriğinin yeterli olup olmadığına onlar karar vereceği gibi, bizim de içinde
bulunduğumuz durum halkımızın taktirine kalacaktır. Çünkü ERNK raporu, ne kadar
örgütü ilgilendiriyorsa o kadar da halkımızı ilgilendirmekteydi.
ERNK'nin PKK'nın Apo'suz gerçekleştirdiği 6. Kongre için kaleme aldığı Haziran
1998 tarihli raporunda öncelik genel değerlendirmeye verilmişti. Cephe kanadının
İstanbul, Mersin ve Diyarbakır (Amed) illerindeki faaliyetler anlatılmakta, bölgeler
sınıflandırılarak buralardan elde edilen lojistik kaynak titizlikle neredeyse gramına
kadar belirtilmekteydi. Ne ilginçtir ki, başından beri üç beş çapulcu denen örgütün
cephe kanadı bu raporunda mali kaynaklarını anlatırken milyon dolarlardan, mark ve
sterlinlerden söz edilmekte idi. Yine bölgelerden çıkartılan militanların sayılarına
değinilmekteydi.
ERNK raporu, faaliyet değerlendirmesi, sağlanan aktivitenin anlatımı, halkla
ilişkilerin özetsel örnek boyutlan, eleştiri ve öneri olmak üzere beş ana maddenin
üzerinde yoğunlaşmıştı. Bu rapor, ayrıca önlenmesi istenmesine rağmen bir türlü
Önü alınamayan veya alınması istenmeyen intihar kurbanlarına da açıklık
getirmekteydi. ERNK, bu tür olayları izah ederken intiharcıları bir isimlendirme ile tarif
etmiş ve bir insanın ölüme gitmesi için nasıl davetiye çıkartıldığını çarpıcı bir şekilde
anlatmıştı. Kandırılarak örgüte dahil edilen, sonradan beyinleri yıkanarak, inanç ve
insani duygulan sömürülen gençlerin ölüme gönderilirken şemsiyesi altına alındıkları
birimin adı da AMİT olarak isimlendirilmekteydi. AMİT, ARGK'ya Mensup İntihar
Timleri'nin bir kısaltılmış ifadesiydi.
Raporun bazı bölümleri bizi, ihanetin içimizde yeşerdiği boyutlara taşımaktaydı.
Doğu'nun ıssız dağlarına kurmak zorunda kaldığı evinde yaşarken, yuvasına gelen
silahlı militanlara bir lokmacık ekmek veren köylülere kızmadan, nefret köpürmeden
bekleyin biraz lütfen! Bakalım siz halkımız, aynı tepkiyi veya nefreti isim isim
vereceğim PKK'mn asıl güç odaklarına karşı da gösterebilecek misiniz?
ERNK raporu, acılarımızın kaynağına fener tutarken adeta akıllanmamızı da
istercesine duruyordu karşımızda. Siyasetçisinden, sanatçısından, işadamından tutun
  daha nice hainlere kadar hepsinin maskesi düşmüştü bu raporla birlikte. Faaliyet
anlatımlarında İbrahim Tatlıses'ten, Akın Birdal'dan, Halis Toprak'tan, Kombassan
Holding'den, Ceylan Holding1 den, Ahmet Kaya'dan, Doğu Perinçek'ten epeyce
bahsedilmekteydi. Adı geçen bu kişilerin yanısıra Savaş Buldan ile Behçet Cantürk
gibi eroin tüccarlarının isimleri de rapordaki "şeref yerlerini almışlardı.
ERNK raporunda maskesi düşen bu kimselerin faaliyetleri rapordan alıntı
yapılarak ileriki bölümlerde de değerlendirmeye tabii tutulacaktır.
* * *  

Hiç yorum yok: