20 Nisan 2011

Bir itirafcinin kaleminden -11-

                                                ONİKİNCİ BÖLÜM
Kim PKK'ya nasıl yardım etti?
Tarih tekerrür ediyor!
KISIM BİR:
PKK'nın var oluşunu ve ayakta yıllar boyu nasıl kalabildiğini irdelediğimiz zaman
karşımıza sistem anlayışı çıkıverecektir.
PKK, gerçek mânâda tanı bir sistem anlayışı üzerine kurulu idi. Gerçi ilk.
oluşum sürecine bakıldığında oldukça kopuk ve istikrarsız bir görünümde olduğu
sanılacaktır.

Fakat beyin takımı kurucu ve merkezi üyelerin fonksiyonu PKK'nın yıllar
boyu güçlenerek büyümesinde etken olmuştu. Türkiye şartlarının zemin tanıdığı
fraksiyonel nemalarda önemli bir husus olarak değerlendirilebilirdi.
PKK'nın kurucu beyinlerinden olan Türk asıllı Haki Karer'in, ideolojik inancı
gereği sağ-sol çatışmalarına girdiği sıralarda, 1977 tarihinde G.Antep'te ölmesi
sonucu gereksinim duyularak kurulan PKK, kurulduğu gün olan 27 Kasım 1978
tarihine kadar istikran olmayan bir hareket idi. Ancak, asıl beyin olan Öcalan'm doğru
teşhisi ile, yaşanan 12 Eylül cuntasının ardından devlet aleyhtarı birimlerin tersine,
Lübnan-Suriye hattında gerilla hareketi için alt yapı sağlanmasıyla, ileriki yıllarda
koca Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kaderini etkileyecek bir örgütün doğması söz
konusu olmuştu.
PKK, devrim görevi doğrultusunda sınıfsız bir toplumu, yani Komünizmi
hedefleyen ve bunun bir evresi olan Sosyalizmi bir yaşam felsefesi haline
dönüştüren, kuruluş şiarım Bağımsız Birleşik Demokratik Kürdistan üzerinde
yoğunlaştıran, stratejisini uzun süreli halk savaşı olarak tespit eden çok yönlü bir
koordinasyon örgütü idi. Halk savaşının temel dayanakları olarak parti, ordu ve cephe
kanatlan aşamaların öncü aktivasyonlan olarak ön plana çıkartılmışlardı.
Halk savaşının üç merhalesi bulunuyordu. Bunlar;
a) Stratejik savunma
b) Stratejik denge
c) Stratejik saldırı aşamalarından ibaretti.
Kürdistan'daki sömürgeci egemenliğe ve emperyalizmin etkisine son vermeyi,
çağ dışı kalıntıları tasfiye etmeyi de vaatleri arasına sokmayı ihmal etmemişti, PKK
Örgütü.
PKK'nın büyüme safhalarını anlatma gereğini duymamın nedeni, finansörler
ağının nelere mal olduğuna işaret etmek içindir. Bu sebeple, okurken anlamayı,
anladıkça hükmetmeyi öğrenen bir nesil oluşturmak temel vazifelerim arasındadır.
Finansörün rolü, PKK'nın büyümesine, iktidarlaşma projelerinin
gerçekleşmesine, şu tarihlerde fazlasıyla yetmiştir.
Kasım 1978-Şubat 1999
KISIM İKİ:
Yıllar öncesinden tasarlanan halk Örgütlenmesi, illegal bir hareket ortaya
konularak Apocular ismi altında kimi zaman çatışılarak, kimi zaman provokatif
icraatlar oluşturularak yaygınlaştırılmaya çalışılmış, ancak hiçbir dönem Sterka Sor
Örgütü tarafından öldürüldüğü iddia edilen Haki Karer'in kaybından sonraki sürece
kadar mücadelede silahlı, davasal ve örgütlü inanış baş göstermemişti.
1977 yılında Haki Karer Gaziantep’te vurulduktan sonra partileşmeyi zaruri
gören Öcalan, aynı yıl PKK programını hazırladı. M. Hayri Durmuş ile örgütün
manifestosunu kaleme aldı.
Bu manifesto 1978 tarihinde hazırlandı.
Öcalan, arkadaşlarım gizlice Diyarbakır'a bağlı Fiş köyünde toplayarak PKK
(Partiya Karker6n Kurdistan)'yı kurdu.
Tarih bu sıralarda 27 Kasım 1978'i gösteriyordu.
1979 yılının Temmuz ayında Ethem Akçan ile Suruç üzerinden Suriye'ye,
oradan da Lübnan'a geçen, Filistinlilerin yanına geri çekilen 200'e yakın arkadaşıyla
ideolojik eğitim gören Öcalan, 1982 yılında Türkiye cezaevlerinde ölüm oruçlarına
katılan parti mensuplarının ortaya koydukları iradeye müteakip silahlı propaganda
faaliyetlerine girişilmesini istemiş ve nihayetinde 1984 tarihinin 15 Ağustosu'nda
silahlı eylemselliğe geçilmesini emretmişti.
27 Kasım 1978 tarihinde kurulan PKK, kuruluşunu da 30 Temmuz 1979
tarihinde ilan etti.
PKK'nın kuruluşunun ilan edilmesi, Abdullah Öcalan'ın yurt dışına çıkmasının
akabinde dönemin Adalet Partisi Milletvekili Mehmet Celal Bucak'm bulunduğu Hilvan
Kurtbaş köyündeki saldırıda, PKK'lı grup adına öncülük yapan Salih Kandal ölürken,
M. Celal Bucak ise yaralı olarak kurtulmayı başarmıştı. Bu saldırıdan sonra PKK'nın
kuruluş bildirgesi olay yerine bırakılırken, Bucak Aşireti ile PKK arasında onlarca
insanın Öldüğü kanlı çatışmalar da aynı zamanda startı almıştı.
PKK'nın ilanına müteakip, Suriye istihbaratının yardımlarıyla gerekli altyapıyı
Lübnan'da sağlayan Abdullah Öcalan, sonradan deşifre olan arkadaşlarını da
yurtdışına çıkardı. Mahsun Korkmaz, Kemal Pir, Halil Ataç gibi üst düzey yetkililerde
bunların arasında bulunuyordu. Bunlar, 1980 tarihine kadar Lübnan'da bulunan El
Fetih örgütüne ait kamplarda siyasi ve askeri eğitim gördüler.
1978 sürecinin getirisiyle filizlenen PKK hareketi üstlenmiş olduğu Ortadoğu
kapılarında özellikle yabancı uyrukluların desteğiyle gerilla hareketini olgunlaştırmış
ve bu hareketin uygulanış tarzına göre yön tespitinde bulunmuştu.
PKK, bu eğilimler esnasında özellikle devrimci kişilik oluşturmak ve örgütü
iktîdarlaştıracak sentezler üzerinde yoğunlaşıyordu. Bu sebeple, parti kişiliği ön
planda tutuluyordu.
Eğitimlerde Apoizmin güdümünde bulunan PKK'ya göre, bir parti üyesi;
Parti programını kabul eden, hayata geçirmekle sorumlu olan, parti iradesini
esas alıp, kendisini bu iradeyle bütünleştiren, parti yaşamına tüm gün katılan, kendini
çözüp, partinin tarzı, tempo ve üslubuna katılarak, parti amaçlan için ödünsüz, derin
coşku ve fedakârlıkla çalışan ve yaşamını parti davasına adayan zat idi.
1982 tarihli ikinci kongrenin ardından gruplar kuruldu. Sınırlarda Türkiye'ye ilk
silahlı propaganda elemanları sızdırıldı. Önceleri Apocu diye adlandırılan militanlar,
artık PKK kimliğini kullanıyorlardı. Hedef köylerdi. Kırsal bölgelerde örgüt lehine
propaganda yapıyorlardı.
Amaç; PKK'yı silahlı mücadeleye hazırlamaktı.
1982 yılında, Diyarbakır Cezaevi'nde tutuklu bulunan Hayri Durmuş, Kemal Pir,
Mazlum Doğan ölüm oruçlarına katılarak yitirildikten sonra propaganda faaliyetlerine
son noktayı koyan PKK öncüsü Abdullah Öcalan, FHKC'nin uhdesinde bir kampta
Ağustos 1982 tarihinde yapılan PKK 2.Kongresi'nin esintisinin de hissiyatıyla kesin
bîr talimat vererek Eruh ve Şemdinli baskınlarını gerçekleştirmiş ve bu olayla, gerek
Türkiye Devleti'nin, gerekse de Kürtlerin bambaşka bir tarihi dönemece sapmasına
neden olmuştu.
15 Ağustos 1984 yılında silahlı mücadele atılımına girişen PKK gruplarından biri
Eruh'a, bir diğeri de Şemdinli'ye baskın düzenlemişlerdi.
15 Ağustos 1984'de Eruh eylemim gerçekleştiren grup Agit kod adlı Masum
Korkmaz'ın denetiminde bulunuyordu. Bu eylemde sadece bir asker hayatını
yitirmişti. Şemdinli'de gerçekleştirilen eylem ise, Abdullah Ekici'nin denetiminde vuku
bulmuştu. Bu eylemde de bir astsubay hayatından olmuştu.
Artık, devletin, yüzünü dönüp bakmadığı ve halka tanıtmaktan kaçındığı PKK
hareketi büyümüş, ideolojik bağlamda Bağımsız Özgür Kürdistan isimli ayrı bir devlet
kurmayı amaçlayacak noktaya dayanmıştı. Nitekim büyük bir organizasyona daha
girişerek ordulaşmaya kadar giden örgütsel bir mekanizma realize oluyordu Türkiye
toprakları üzerinde...
Tarih 15 Ağustos 1984.
Beklenmedik eylemlerle ibreyi bir anda şiddete yönlendirdi PKK. Öcalan,
arkadaşları ve dağlardaki savaşçılar önce HRK ardından da ARGK ismi ile silahlı
mücadele kulvarlarına ayrıldılar. Siyasal-sürecin takipçisi olması gayesi ile ERNK
isimli bir de cephe kanadı oluşturdular. Nihayetinde kategorize olan PKK'nın
dağlardaki militanları ARGK. şehirlerdeki elemanları ise ERNK mensuptan olarak
sınıflandırıldıktan sonra ikinci ve üçüncü derecede önem kazandılar.
ARGK ve ERNK, PKK'nın alt kollan olarak çalışan kuruluşları olmuşlardı. ARGK
ve ERNK mensupları açısından partili olmak, ancak merkezi üye olabilmekle
mümkündü.
Ne garip değil mi; adına savaşılan oluşumun asıl üyesi olamamak!..
PKK, silahlı mücadeleye giriştikten sonra önemli kayıplarından olan sözde
efsanevi komutan Agit kod adlı Mahsun Korkmaz'ı, 28 Şubat 1986 tarihinde, Gabar
Dağı'nda şaibeli bir şekilde ölüme esir verdi.
Agit'in ölmesi ile birlikte aynı yıl PKK'nın üçüncü kongresi gerçekleştirildi.
Bu kongre örgütün büyümesini amaçlıyordu.
Ekim 1986'da gerçekleştirilen kongrede -ki bu kongre Helvi Kampı'nda
gerçekleştirilmişti- büyük tasfiyeler yaşandı. Savaşmayanlar şiddetle kınandılar,
dışlandılar.
Helvi Kampı, Mahsun Korkmaz Akademisi olarak adlandırılan eski eğitim
sahasının Önceki adıydı. Kamp, Lübnan topraklarında bulunuyordu. Mahsun
Korkmaz'ın şaibeli bir şekilde ölmesinin ardından, Helvi Kampı, Mahsun Korkmaz
Akademisi olarak isim değiştirdi.
Üçüncü kongre doğrultusunda alınan kararlar içerisinde Askeri Kanun da
bulunuyordu. Uzun süreli savaş işin dağlarda gıda stoklanması da alınan başlıca
kararlardandı.
Askeri kanunun gerekçesi, dağlara militan akışının sağlanmasını temine yönelik
bir çalışmanın sonucuydu.
Buna göre;
Her aileden bir gencin zoraki veya gönüllü olarak dağlara çıkartılması
sağlanacaktı.
Bu kanun doğrultusunda köylere girildi; zoraki eleman temininde bulunuldu.
Nitekim PKK'nın bu çalışmasını duyan köy ahalîleri, çocuklarını dağlara vermektense
şehirlere göç ettirmeyi tercih etmişlerdi. Fakat PKK, şehirlerde de boş durmuyordu.
Öylesine kapsamlı ve etkili propaganda faaliyetleri yürütülüyordu ki, zorla dağlara
çıkartılacak korkusuyla evlerinden kaldırılarak şehirlere sürüklenen gençler, içlerinde
biriken ütopyalarıyla dağlara kendiliklerinden çıkmaktaydılar.
PKK silahlı atılımını ilk HRK adı ile başlattı.
HRK, mânâsı itibarı ile; Hezen Rızgariya Kurdistan-Kürdistan Kurtuluş Birliği
adını simgelemekte idi. 1986'da yapılan ve Mahsun Korkmaz'ın öldürülmüş
olmasından da kaynaklandığı tahmin edilen değişiklik sonucu HRK lağvedilerek
yerine ARGK, Arteşe" Rızgariya Gele" Kurdistan-Kürdistan Halk Kurtuluş Ordusu
kuruldu.
PKK, bu pratiği sonucu Ortadoğu'ya da açılım sağlayarak, belki de hayali dahi
mümkün olmayan bir güce ve etkinliğe sahip oldu.
Aslında Ortadoğu'ya açılım projesi, tespiti önceden saptanan fikirsel teatinin
ürünü değildi; zorunluluğun bir gereği olarak bu göç, hayati endişenin sonucu kabul
görmüştü.
PKK'nın kuruluş bildirgesi henüz yaygınlaşmamışken 1979 yılının Mayıs ayında
MYK üyesi ve örgütlemeden sorumlu olan Şahin Dönmez ile birlikte pek çok örgüt
mensubunun yakalanması, sorgularda Şahin Dönmez'in çözülerek itiraflarda
bulunması sonucu Öcalan, Diyarbakır'da saklanmakta olduğu evde son anda
kurtulmasının tedirginliği ve 12 Eylül dönemecinin haberleri üzerine örgüt üyelerinin
akın akın dış ülkelere geçiş yapmasını istemiş ve bunu pratiğe de geçirtmekte fazla
geç kalmamıştı. Nihayet 30 Temmuz tarihli PKK Kuruluş Bildirgesinde Öcalan Parti
Genel Sekreteri, Cemil Bayık yardımcısı, Mazlum Doğan, Basın Yayın Sorumlusu,
Mehmet Karasungur, Askeri Kısım Sorumlusu seçilmişlerdi.
Öcalan ve arkadaşları, PKK yönetimim bu şekilde saptarlarken vakit çoktan
aleyhlerine dönmüşse de, yurt dışında kendi ayaklan üzerinde duracak ilişkiler ağım
kurmuşlardı bile...
PKK, Kuzey Irak'ta eğitim amaçlı bulunduğu zamanlar Barzai Aşireti'nin kontrolü
altında bulunuyordu. Fakat arazi tanındıkça aşiret denetiminden kopan PKK, dağlara
sızmaya ve bağımsız hareket etmeye başladı.
Tarih, 16 Mart 1988.
Irak Devleti'nin Halepçe'ye karşı kimyasal bombalar yağdırması sonucu ölen 5
bin insanın acısıyla göçe kalkışan Kürtlerin, PKK tarafından silahlarına el konulmuş
ve PKK, sahipsiz kalan topraklara üstlenme imkanı bulmuştu. Bu olaydan sonra
sınırdan geçen araçlardan da gümrük vergisi alınmaya başlanmışt.
PKK'da iken anlatıldığı kadarı ile, göçe zorlanan Kürt mültecilere yardım
ediliyordu; militanlar aşlannı dahi onlarla paylaşıyorlardı.
1988 tarihinde eşi Kesire ile ters düşen Öcalan, O'nu kabul etmez olmuştu.
Özellikle Kesire, Apo'ya ağır ithamlarda bulunuyordu.
O'nu;
Terör estirmekle, kimseye söz hakkı tanımamakla, Kürt halkına ihanet
etmekle suçluyordu.
Nitekim bu sürtüşme hayat arkadaşları olan Kesire ile Apo'yu birbirlerinden
koparmıştı.
Kesire Öcalan'm örgütten ayrıldıktan sonra İsveç'te yaşadığı iddia edilmektedir.
PKK, silahlı eylemselliğini siyasal kulvarlarda da destekliyordu. Mevzii kazanımı için
her türlü kozunu oynamaktan kaçınmıyordu. Bu münasebetle 1989 yılında Paris Kürt
Konferansı isimli, Avrupa'da ilk ciddi siyasal etkinliğe imza koydu. Dönemin Fransa
Cumhurbaşkanı Fransua Mitterand ile eşi Daniella bu toplantıya başkanlık
yapmışlardı. Bu toplantıya yine dönemin SHP milletvekillerinden Ahmet Türk,
Mahmut Almak gibi isimlerin yanı sıra bir çok Kürt kökenli önde gelen isimler de
iştirak etmişlerdi.
1990 yılında yapılan 4. Kongreden sonra Avrupa'ya, hatta kelimenin tam
manâsıyla dünyaya açıldı PKK. Her ülkede temsilcilikler kurdu. Ticaretini yapmasa
da, eroin pazarlayan, kadın satan, çek-senet tahsilatı yapan mafya dahil herkesi
haraca kesti. Zira, vuku bulan olaylar öyle bir noktaya dayanmıştı ki, köylerde vukuat
meydana gelse, köylüler sorunlarını Örgüte götürüp, PKK'nın kurduğu Halk
Mahkemeler'inden adilane sonuç almayı medet umar olmuşlardı. Kısacası, devlet
içerisinde vatanı olmayan, fakat bağımsız bir oluşumun hakimiyeti baş göstermişti.
Bu oluşumun adı, PKK hareketi idi.
PKK, 4. Kongresini gerçekleştirmeden evvel 1990 yılının Mayıs ayında,
Lübnan'da 2. Konferansım gerçekleştirdi. Bu konferans aynı zamanda kongre
hazırlığı niteliğinde idi.
1988-1989 yıllarında yaşanan meşhur Hogir pratiğinin hayfmın alındığı bir
konferans olmuştu, bu. Çünkü, bu tarihler kanlı olaylara gebe kalmıştı.
2. konferansta kararlaştırılan konulardan en önemlileri;
Halk ayaklanmaları sürecine gelindiği, kitlelerin ve cephe örgütlenmelerinin bu
temelde gerçekleştirilmesi gerektiği, dini ve mezhepsel örgütlenmelere ağırlık
verilmesinin zaruri olduğu, kitle gösterileri ile kepenk ve kontak kapatma eylemlerinin
gündeme gelmesi idi.
İlk ciddi halk ayaklanmaları, 1990 yılında Nusaybin, Cizre ve Silopi'de yaşandı.
Bu gösterilerin nedeni, PKK'lı yöre insanlarının Öldürülmüş olmasıydı. Keza, PKK'mn
yöre halkım ateşleyen en önemli özelliği de saflarına kitle içerisinden dahil ettiği
militanların varlığıydı. Bunların yöre halkı üzerinde yoğun etkisi oluyordu.
PKK'nın 4. Kongresi Aralık 1990 tarihinde gerçekleştirildi.
Kongre, Kuzey Irak'ta, Haftanın bölgesinde yapıldı.
Bu kongrede alınan kararlardan en önemlisi, gerillanın yaygınlaştırılmasıydı.
Diğer kararlar 2. Konferansta alınan tedbir mahiyetti kararlar ile eşdeğerdeydi.
4. Kongreden önceki yıllarda provakatör olarak ilan edilerek, Halil Ataç'ın
direktifleri doğrultusunda öldürülen Kör Cemal gibi, kongreden sonra da MKY üyesi
M. Cahit Şener de, Suriye ile PKK arasındaki ilişkilerden dolayı Öcalan'ı eleştirmesi
ve ayrılıkçı tavırlar takınması nedeni ile öldürülmek istenmiş, ancak kaçmayı basarsa
da, Öcalan'ın görevlendirdiği infaz timi ile El Muhaberat işbirliği sonucu Suriye'nin
Kamışlı şehrinde kıstırılarak öldürülmüştü.
PKK, özellikle 1990 yılından sonra, Körfez Savaşı'nın sonucu neticesinde
Türkiye-Irak düşmanlığının rantiyesinden yararlanarak Irak Hükümeti ile dostluk
kurdu. Irak'ın PKK'ya yanaşmasının en temel nedeni, kuşkusuz Irak Devle ti'ni n
kendi topraklan olarak saydığı 36. Paralelin kuzeyinde bulunan sınırlarında
hakimiyetim yitirmiş olmasından ve tekrar buralarda kendi borusunu Öttürmek
istemesinden kaynaklanıyordu. Keza, biliniyordu ki, PKK ile Irak arasında da
düşmanlıklar vardı.
1988 tarihinde Irak'ın Halepçe'ye kimyasal bomba yağdırmasına karşılık, ölen
binlerce masum insan adına PKK misilleme yapmış ve düzenlenen saldırılarda pek
çok Irak karakolu imha edilerek, çok sayıda Iraklı asker de ölü veya yaralı olarak
militanların eline geçirilmişti.
Ancak zaman değişmiş, çıkarlar karşılıklı hasmane duygulan bir kenara
bıraktırmış, PKK, Barzani'ye karşı duyduğu kinin, Irak Hükümeti de PKK düşmanı
olan Barzani Aşireti’ne kaptırdığı toprakları geri almak üzere duyduğu amansız hırsın
sonucu olarak bu birlikteliğe sıcak bakmışlardı.
Irak, PKK'ya Önemli miktarlarda silah ve mühimmat hibe etmişti.
Tabii PKK, bunlarla da sınırlı kalmadı. Sözde Güney Kürdistan halkı üzerinde
etkin olabilmek maksadıyla PAK-Partiya Azadiya Kurdistan-Kürdistan Özgürlük
Partisi adıyla paravan bir örgüt daha kurdu.
Artık, Türkiye Devleti'nin yıllar boyu tepe taklak olan ekonomisinin ve bir
zamanlar neredeyse bölünmüşlüğe gidişinin yegâne sorumlusu PKK olmuştu.
Demek ki PKK, reddedilemez bir güce ulaşmış ve bu gücü uzunca süre
bünyesinde barındırmıştı.
PKK, büyük eylemleri 1991 yılında gerçekleştirdi. Samanlı karakolu, Üzümlü
karakolu baskınları bunların başlıcalarındandı.
Savaş geliştikçe hedefler de büyüyordu. Kazançların artması sebebiyle, savaş
kıvılcımının Türkiye'nin her noktasında hissedilir çaplara ulaştırılmasına gayret
ediliyordu. Geniş çaplı ayaklanmaların oluşması, kurtarılmış bölgelerin bir an önce
meydana getirilmesi, Ulusal Meclis kurularak Savaş Hükümeti hazırlanması
arzulanmıştı.
PKK, bu kararlan almakla nitelikli eylemleri başlatmayı, Kürtlere, varlığını ve
gücünü ispatlamayı, elemanlarına, silahlı mücadelenin etkili ve sonuç alıcı bir yöntem
olduğunu göstermeyi hedeflemekteydi. Bu amaçla, hem eğitici, hem provoke edici
eylemleri video kasetlere kaydedip, dağıtması da söz konusu oldu.
Önce Lübnan ve Suriye hattı, sonrasında Kuzey Irak ve Türkiye'nin doğusu
PKK'nın mücadele sahaları oluverdi. Belirtildiği üzere, aslında biraz da sürecin akımı
PKK'nın önünü açarak, tarihi bir rol oynamasına katkı sağladı. Kuzey Irak'a IKDP'nin
güdümünde dalış yapması ve IKDP'nin dahi kabusu olacak bir Örgütü kendi elleriyle
beslemesi ve sonraki yıllarda yaşanan kanlı çatışmalar hafızalardan çıkmış değildir;
çıkacağa da benzememektedir.
Kuzey Irak'ın kontrolsüz olması ve coğrafi yönden Türkiye'nin doğusu ile
bütünlük sağlaması PKK'nın mücadele sahasının genişlemesine ve hareket
kabiliyetinin artmasına neden oldu.
PKK'nın verdiği silahlı mücadelenin diğer tüm faaliyetlerin dinamosu olduğu,
kırsal gerillasına enjekte ediliyordu. Kürdistan'da Zorun Rolü, Ulusal Kurtuluş
Siyaseti isimli kitaplar -ki daha çok sayıda perspektif, çözümleme vardı- Örgütün
silahlı faaliyetlere verdiği önemin altını çizmek maksadıyla militanların istifadesine
sunulmuştu.
19901’lı yıllarda PKK'nın en önemli meselesi barınma sorunuydu. 1990 tarihine
kadar sadece Botan Çayı'nın gerisinde icraatlarda bulunan PKK mensupları, özellikle
1989 yılında yaşanan Tahta Keş kıskacından sonra açılım sağlamayı kaçınılmaz
olarak değerlendirmiş ve örgüt mensuplarının dar bir alanda neredeyse tamamının
ihata altında tutulmuşken imha olmaktan son anda kurtulması nedeni ile, bir kez daha
aynı imkanın devlet güçlerine tanınmaması için geniş bir arazi kullanımına ihtiyaç
duymuşlardı. Nitekim silahlı örgüt mensupları Amed, Garzan, Botan, Dersim, Serhat,
Mardin ve Gap olmak üzere birçok eyalet sahasına dağılmışlardı.
PKK, Türkiye içerisindeki siyasal akımları da yakından takip ediyordu.
Türkiye'de legal siyasal, ancak paravan bir parti de kurmuştu.
Bu partinin ilk kuruluş adı; DEP, Demokrasi Partisi idi. Öcalan, 1991 yılında;
- "DEP'e oy vermeyenlerin tavuğunu dahi öldürün!" diye talimat vermekten
dahi kaçınmamıştı.
Yıllar sonra bu söylediklerinin hata olduğunu, talimatının, adeta bir katliama
dönüşeceğini düşünemediğini Öcalan belirtse de, DEP, o dönemlerde SHP ile ittifak
kurmuş ve Türkiye'de ilk kez PKK'nın kurduğu paravan bir Örgüt Türk Meclisinin
çatısı altında faaliyet gösterir olmuştu. SHP listesinden aday gösterilen DEP'lileri de
bizzat Abdullah Öcalan belirlemişti.
PKK durmuyordu. Devlet, küçümsedikçe adeta inadına daha bir büyüyordu.
Milis kadrolaşması, Halk Mahkemesi, ordulaşma düzeni vesaire almış başını
gidiyordu.
PKK, 1992 yılında yoğun eylemlerin verdiği öz güvenle topyekün iç savaş
hazırlığına gidiyordu, artık. Öyle ki, halktan, evlerine sığınak yapmaları, gerillaya dahi
gerek duymadan Türk Ordusu'na karşı savaşmaları ve uzunca süre yetecek yiyecek
depolamaları isteniyordu. Hatta dağdakîlere verilen talimatlarda, halka silah ve bol
miktarda cephane aktarımı yapılması da telkin ediliyordu.
Bu emirler doğrultusunda Şırnak'ta, Mardin'de, Hakkari'de halk, örgüt
tarafından silahlandırıldı.
Silahlı mücadele tarihinde, Med İmparatorluğu'nun kurulduğu gün olan 21 Mart,
silahlı atılımın sağlandığı 15 Ağustos ve örgütün kuruluş yıldönümü olan 27 Kasım
tarihleri önemini hep korudu. Zira bu tarihler, kitlelerin ayaklandırılmalarında milli bîr
şuur olarak hafızalara çivilenmişti.
1990 yılından sonra 21 Mart 1992 yılında da Cizre, Nusaybin ve Şırnak
halkı ayaklandı. Kanlı olaylar yaşandı.
18 Ağustos, bu tür olaylar için adeta bir motivasyon özelliği taşıyordu.
18 Ağustos 1992'de gövde gösterisi yapmak maksadıyla Şırnak il merkezine
büyük bir güçle giren PKK, kamu kurum ve kuruluşlarını hedef seçmiş ve bütün
kuvvetiyle Öldürücü saldırılarda bulunmuştu. Aynı sene Robarok karakoluna Botan 
güçlerinin saldırması sonucu, karakol yakılmış ve yağmalanmıştı. Öldürülen asker
sayısı, küçümsenecek gibi değildi. Baskınlar, pusular, tacizler, mayınlamalar, serhildanlar
vs...
1992 yılında PKK'nın kuvvetini iyice hisseden devlet şaşkına dönmüştü. Ve
neticede olaylar, tahammülleri aşmış olsa gerek ki, ciddi bir hareket devlet açısından
kaçınılmaz olarak değerlendirildi; ve akabinde tüm olumsuzluklar gözö-nünde
bulundurularak Kuzey Irak'a girildi.
PKK, bu operasyondan da haberdardı. Apo, Türkiye içerisindeki güçlere emir
vererek, pusulamalar, caydırıcı eylemler ve mayınlamalarla Kuzey Irak'a akın eden
ordu birliklerine darbe vurulmasını ve bu darbenin getireceği moral bozukluğu ile Türk
güçlerinin Kuzey Irak'ta da çembere alınarak imha edilmesini ve bu amaçla Kuzey
Irak'ta üstlenen kuvvetlere de sınır boyunca mevzii tutmalarını emretmişti. Şayet
PKK, bu organizasyonu Apo'nun düşündüğü gibi yapmış olsa idi, devlet güçlerinin
tarihi bir hezimete uğraması ve korkunç kayıplar vermesi kaçınılmaz olacaktı. Fakat
Türkiye içerisindeki birliklerin, her ne kadar eylemler yapılsa da caydırıcı olamamaları
Kuzey Irak'ta tetikte bulunan grupları yalnızlığa itmişti. Buna rağmen ordu güçleri
sınır ötesinde beklendi. Göğüs göğüse çarpışmalara girildi.
Operasyonlara cephe savaşıyla karşılık veriliyordu.
PKK, dönem içerisinde yaşadığı zafer sarhoşluğuna kapılmıştı. Taktik savaşı
pratize etmek ve deşifre olmuş mevziileri terk etmek yerine ısrarla cephe savaşını
uyguluyordu.
Rivayetlere göre, tanklar mevziilerin uhdesine değin sokulmasına rağmen
militanlar, ellerindeki kaleşnikof ve biksilerle yerlerini bırakmamakta
inatlaşıyorlarmış...
Hal böyle olunca ağır kayıplar verildi. Ve Apo, taktik koordinasyonun eksikliği
sonucu alınan ağır yenilginin hazımsızlığı ile, geri çekilme emri vermek zorunda kaldı.
Tarih: Eylül 1992-Çelik Harekatı.
KISIM ÜÇ:
Siyasallaşmayı hedef alan silahlı PKK örgütünün yazılı resmi yayın organı
olan Serxwebun Dergisi Almanya'nın Köln şehrinde 01.01.1992 yılında
çıkartıldı.
Ancak, PKK her ne kadar siyasallaşma gayreti ile yaşa-sa da, devlet de boş
durmuyordu. Bu emelleri boş çıkarmak amacıyla yoğun bir çaba gösteriyordu. Keza
DEP'in, PKK'nın paravan siyasal bir mekanizması iken kapatılması devletin bu
kararlılığını ortaya koyuyordu.
DEP, kapatıldıktan sonra Remzi Kartal, Zübeyir Aydar, Mahmut Uyanık kaçarak
tutuklanmaktan son anda kurtuldular. Bir diğer milletvekili Leyla Zana'nın akıbeti ise
onlarınkinden farklı olarak cezaevinde sonuçlandı.
1992 yılının eylemsellik itibarı ile oluşturduğu zafer sarhoşluğu Lübnan Bekaa
vadisinde bulunan militanlarına Apo tarafından şunları söyletiyordu:
"... zafere kadardır bu yürüyüş. Taktik geri çekilmeler olabilir. Bir adım
geri, üç adım ileri olabilir.
Siyasi görüşme de olsa bu özgürlük yürüyüşü devam edecektir. Ucunda
tam bağımsızlık, özgürlük vardır. Ona ulaşmak içindir her şey. Savaşta, barışta,
görüşmede başka türlü PKK adına kimse politika yapamaz..."
PKK'nın kurucusu Öcalan böyle diyordu!
Ya eylemseilik?..
PKK'nın eylem anlayışı bayağı düşündürücü pratik çarpıklıklarla doluydu
doğrusu. Hedefte sadece asker veya silahlı devlet milisi yoktu. Devletin yanında yer
alan herkes, kundaktaki balasına kadar hedef görünüyordu.
1992'de gerçekleştirilen bir köy baskını bunun en bariz, canlı Örneği idi.
01.10.1992 tarihinde Bitlis iline bağlı Cevizdallı köyüne yapılan baskın ile
oluşan katliam, PKK tarihinde yapıla gelmiş en büyük kıyım olarak yerini almıştı.
Bir korucunun dışında bütün köylünün silahlarını bırakmasına rağmen
örgüt mensupları, çoluk çocuk, genç yaşlı demeden önlerine her geleni
katletmişlerdi. Bu grupta güzel tenli, oldukça seksi fiziği bulunan Suriye
uyruklu Aysel'in uyguladığı vahşet, dış görünümünü yanıltıcı kılacak derecede
ürkütücü idi. Her öldürdüğünün arkasından gülümsemeyi beceren, insanlara
işkence yapmakla mutluluğu tadan bir kişiliğe sahipti. Cevizdallı baskınında
onlarca insan öldüren has aktörlerden biri de oydu.
1993 yılında da kendisine çeki düzen vereceğine katliamcı ve imhacı zihniyetini
hakim usur olarak kabullenmeyi tercih etmişti, nedense PKK...
18.07.1993 günü Van ili Bahçesaray ilçesine bağlı göçerlerin bulunduğu
yaylaya baskın düzenleyen PKK'nın tamamı silahsız 24 cana kıyması da
oldukça düşündürücü idi. Grup lideri Xwünrej ile aynı grupta bulunan Serdar'ın
anlattıkları ürpertici, tiksindirici idi. Aynı katliamda sözde demokrat geçinen
Tatvan'lı Hayri'de bulunmuştu.
"Ben engel olmak istedim, ama..." diyordu, Hayri.
PKK'mn 1993 yılı hedefleri arasında özellikle koruculuk sistemi yatıyordu.
Apo'ya göre kurtuluş güçlerinin en önemli hedeflerinden biri olan koruculuğun,
tümden tasfiye edilmesi gerekiyordu. Bunun başarılması halinde düşmanda yenilgi
psikolojisinin hakim olacağına inanılıyordu.
Taburların imha edilmesi, tugayların içinden, dışından kuşatılarak tasfiye
edilmesi taktik plan hedefleri olarak görülüyordu.
1993 yılının PKK açısından en Önemli dönemeci, ilk kez ilan edilen tek taraflı
ateşkes girişimiydi. Ancak bu ateşkes fazla uzun ömürlü olmadı. PKK, ilan ettiği
ateşkese rağmen güvenlik kuvvetlerinin dur durak bilmeyen operasyonları karşısında
bunalınca ateşkesin bozulmasına sebebiyet veren misilleme hakkını kullandı.
Öcalan ateşkesin bozulmasını istemişti. Fakat eylemin niteliği hakkında bilgisi
bulunmuyordu. Amed Eyaleti eski sorumlusu Semdin Sakık'ın o dönemlerde enirinde
bulunan Celal Barak, kendi inisiyatifiyle eylem gerçekleştirmiş ve bu eylemde silahsız
33 er Öldürülmüştü. Böylelikle ilan edilen tek taraflı ateşkes ile kabaran umutlar yerini
bir kez daha kararan bulutlara bırakmıştı.
PKK'ya göre 1993 yılı, topluca yürütülecek bir savaşın dönemeci olacaktı.
Botan'dan sonra Garzan'ın da boydan boya sözde gerillanın denetimi altına alınması
kaçınılmazdı.
Öcalan, tezlerini şu sözcüklerle kırsal gerillasına kanali-ze ediyor ve motivasyon
sağlıyordu:
- "... bir şehre girip, günlerce kalıp işgal edebiliriz, içine gireriz, dışını
pusularız, denetim altına alırız, girmedik köy bırakmayız..."
PKK, 1993 yılına umutlu başlamıştı. Fakat hedefler
1994 yılma kaydı, bir kez daha.
1994 yılı da örgüt açısından pek iç açıcı olmadı. Eylemsel kazançlar için
yakalanan fırsatlar bir süre tepildi.
Aynı yıl, 27 Mart tarihli seçimleri boykot etmek amacıyla kırsaldaki militanlar
hareketlenmişlerdi; fakat bundan da bir sonuç çıkarılamamıştı. Sonuç almak bir yana
dursun, militanlar önderlerinden aldıkları talimatları yerine getirmek uğruna geniş
çaplı çatışmalar yaşamış, lakin bu çatışmalarda da taktik yetersizlik, kendiliğindencilik
ve oportünizm örgütün önemli ölçüde güç yitirmesine sebebiyet vermişti.
Mart 1994'te PKK'nın 3. Konferansı gerçekleştirildi.
3. Konferans Suriye'de yapıldı. 3. Konferans esnasında metropollere, turistlik
bölgelere sabotaj, bombalama gibi eylemlerin yapılması karar altına alındı. Bu
konferans genelde ERNK'yı bağlayıcı kararlarla donatılmıştı.
1994 yılında Avrupa ve Yunanistan üzerinde metropollere silahlı gruplar
gönderildi. Sabotaj, bombalama ve orman yakma gibi eylemler gerçekleştirildi.
Öcalan'ın örgütün genel faaliyetlerinden rahatsızlık duyması sonucu 1994
yılında yapılması planlanan 5. Kongre
1995 yılına sarktı.
1994 yılı talimatlarından biri de güvenlik güçlerinin alan tutma hakimiyetinin
kırılması idi. Fakat bu da başarılamadı. Bunun nedeni, yaygınlaşmış koruculuk
sistemi ile PKK jenosidi idi. Ve halk, artık PKK'yı istemiyordu!
PKK'nın 5. Kongresi 1995 yılının Ocak ayı içerisinde gerçekleştirildi.
5. Kongre, tam bir yargılamaya sahne oldu. Ocalan, gözden çıkardığı kadronun
ipini çekmekte zerre kadar tereddüt yaşamadı.
Kuzey Irak'ta gerçekleştirilen 5. Kongreye Apo'nun göndermiş olduğu yazılı
açıklamada, 5. Kongrede ordulaşma temelinde iktidarlaşmaya yüklenileceğini, iç ve
dış desteklerin güçlendirileceğim beyan etmişti.
Kongrede, değişen dünyada sosyalist sistemin de çöküşe geçtiği iddia
ediliyordu; kamuoyunca da çokça tartışıldığına inanılan klasik sosyalizmin
değiştirilerek, PKK'ya özgü başkaca bîr teori planlandığı belirtiliyordu. Keza, Apo'nun
1994-1995 süreçlerinde bu konu ile ilintili çokça fikirleri ortaya atılmıştı.
Kongrede;
Avrupa'da açlık grevleri başlatma, bildiriler dağıtma, yürüyüşler, işgal ve
protesto eylemleri yapma koşuluyla temel hedefin dünya kamuoyuna karşı Kürt
sorunu ile PKK'yı özdeşleştirme formülleri de masaya yatırılmış ve bu
doğrultuda destek arayışları içerisine girilmişti.
5. Kongre kararlan arasında, dönemin stratejik saldın aşamasına gebe olduğu,
bu sebeple devletin her türlü oluşumuna yönelik eylem yapılması da vardı.
PKK, 20 Aralık 1995 tarihinde ikinci ateşkes ilanını dünya kamuoyuna
duyurdu.
İkinci ateşkesin ilan edilmesindeki amaç, henüz ilk siyasal tecrübesi olan
HADEP'e taban kazandırmaktı. PKK, bu süreçte HADEP'in sözcülüğünü
yapabileceğini de belirtmişti. Ve HADEP, bu doğrultuda propaganda yapıyordu.
Esasen de HADEP, önceki benzeri oluşumların tersine barışı arzulayan
siyasal bir parti idi, her ne kadar PKK'nın uzantısı olsa da.
PKK'nın 4. Konferansı 1996 yılının Mayıs ayında, Şam'da bulunan örgütün
eğitim sahasında gerçekleştirildi.
4. Konferans, kaybedilen gücün görmezden gelindiği ve hala umutların canlı
tutulmaya çalışıldığı gelişmelere ve hararetli tartışmalara sahne olmuştu. Gerçi bozuk
bir tabanca ile büyümeyi beceren bir kişilik karşısında, bünyesinde binlerce gerillayı
barındıran bir örgütün hayallerinin gerçekleşmesini de ummak doğal sayılırdı.
Bu konferansta, kurtarılmış alanların oluşturulması, il ve ilçe gibi kalabalık
yerleşim birimlerine baskınlar düzenlenmesi ve serhildanların tekrar başlatılması
kararlaştırılmıştı.
Aslında bu kararlar emekleyen bir balaya 45 numara ayakkabıyı uydurmak
kadar gerçeklerden yoksun, trajik, demogojik ve ütopik düşüncelerden ibaretti. Zaten
dönemin alınan kararlan olgunlaştıracak, güncelleştirecek ve pratik hayatta işlevsel
kılacak şartlardan uzak olduğunun görülmesi de pek uzun ömürlü olmadı. Yenilen
darbeler ve sorumluların içine girdikleri sıcaklıklar neticesinde ölmesi üzerine daha
önceden de gündemde bulunan ve 1996'da bir kez daha tekrarlanan bu kararlar yine
aynı yıl Apo'nun, mecbur kalınmadıkça gündüz çatışmalarından uzak durun, talimatı
üzerine yürürlükten rafa kaldırılmıştı.
PKK, sonraki süreçlerde devletin dikkatini dağıtmak, olayları Türkiye çapına
yaymak amacıyla Karadeniz'e açılma karan aldı. Bu temelde Türkiyelileşme kavramı
da pratiğe sokulmuş oldu. Bu açılım ideolojik bağlamda diğer sol örgütlerin PKK'ya
kanalize edilmelerinin temini istemine dayanıyordu.
Mart 1998'de PKK'nın 5. Konferansı düzenlendi.
5. Konferansa Suriye Devleti ev sahipliği yaptı. Haziran 1998 tarihinde Avrupa
alanında TKP-ML, TKP-KIVILCIM, MLKP, DHP, TDP örgütleri ile Devrimci Birleşik
Güçler Platformu adı altında bir protokol imzalandı. Bu da Apo'nun Türkiyelileşme
hedefinin önemli kilometre taşlarından biri olarak değerlendirilebilirdi.
Apo'ya göre, PKK Türkiyelileşiyordu. Bu yeni çaba Türkiye halkının güçleriyle
illegal veya legal ittifaklarla genişleyecek, gerilla eylemleri ile destek sağlayacak ve
Türkiye cephesinde PKK, siyasî ve askeri boyutuyla ivme kazanacaktı.
Şubat 1999. İran ile Kuzey Irak sınırında bulunan Kandil Dağı'nda PKK'nın
6. Kongresi gerçekleştirildi.
6. Kongre, ERNK'nm hazırladığı Haziran 1998 tarihli genel rapor ışığında
gerçekleştirilirken ilk kez Apo'dan direk yazılı emir ve talimat almadan sadece
merkezi üyelerin inisiyatifi ile bir kongre sonuçlandırılmıştı. Zira, PKK’lı militanların
sözde efsanevi lideri Abdullah Öcalan artık yoktu!
Yıllar boyu Şam'ı barınak olarak kullanan Abdullah Öcalan nihayetinde Türkiye
ile Suriye arasında bir kriz konusu olmuştu. Türkiye, Suriye'yi resmen savaş
çığırtkanlığıyla tehdit ediyordu. Sınırlara askeri yığınaklar yapan Türkiye'nin ciddiyeti
gün geçtikçe ortaya daha net konurken, Suriye yönetimi oldukça paniklemiş
vaziyetteydi.
Öcalan, Suriye'de artık bannamayacâğını anlamıştı. Yıllarca gizlendiği Şam'ı
terk etmeye karar vermişti.
9 Ekim 1998 günü tarihi kararı veren Öcalan ininden uçmak durumunda
kaldı.
Atina'ya geçti..
Atina, Apo'nun can dostu Rumlarla doluydu. Apo'nun ilk tercihini Atina'dan yana
kullanması dostlarına duyduğu güvenin sonucuydu. Yolculuğunu hava yoluyla
yapıyordu. Fakat güvendiği dağlara kar yağdı. Dostum dediği Rumlar, Apo'ya zor
günlerinde sırt çevirmişlerdi.
Apo, havaalanında uzun süre bekletildi, sonra geri dönerek sığınacak başka bir
ülke araması için Rumlardan sert uyanlar aldı. Bekletildiği yetmiyormuşcasma
havaalanından gururu rencide olmuş bir şekilde ayrılan Öcalan, Moskova, İtalya ve
tekrar Yunanistan macerası yaşayarak, nihayet 2 Şubat 1999 günü Kenya'nın
başkenti Nairobi'ye geçti. Burada Yunan Büyükelçiliği'ne yerleşti. Ancak Apo,
Nairobi'ye kadar aslında uluslararası güçlerin komplosuna uğrayarak sürüklenmişti.
Türkiye, Apo'yu almak için komplocu güçlere ne denli tavizler verdi, bilinmez
ancak, CIA, MOSSAD ve MİT arasında varılan mutabakat sonucu;
15 Şubat 1999'da paketlenerek Türk güvenlik kuvvetlerine teslim edildi.
Son durak İmralı Adası îdi.
Ve PKK, Aposundan böylelikle koptu.
KISIM DÖRT:
1973'lerde yeşeren PKK tabanı, 1975'li yıllarda olgunlaştı. 1978'in 27
Kasım'ında kurulduktan sonra dış göç yaşayan PKK, 30 Temmuz 1979 tarihli kuruluş
bildirgesine kadar Suriye istihbaratı El Muhaberat ile ilişkilerde bulundu. 1980'li yıllar
da Kuzey Irak'a yöneldi. Kuzey Irak'ta en fazla B arzani güçlerinden destek buldu.
Kısa süre sonra silahlı propaganda grupları oluşturdu. Ancak, Hayri Durmuş, Kemal
Pir, Mazlum Doğan vb. daha nice üst mevkilerde bulunan üyelerini devletin
hapishanelerine kaptırdı. Açlık grevleri sardı cezaevlerini bundan sonra... Hayri,
Kemal ve Mazlum bu açlık grevlerinde can feda olmuş ve bu dünyadan göçmüşlerdi.
Onların ölümü sloganlaşmıştı, arkalarında bıraktıkları PKK'nın yuvalandığı dağlarda:
"Berxwedan jiyane!.."
Sonrasında silahlı mücadele vardı. 15 Ağustos 1984 tarihli baskınlardan sonra
PKK, siyasal mânâda da merak edilen, Türkiye düşmanlarının iştahını kabartan bir
statüde anılır oldu. Suriye'de, Kuzey Irak'ta ve nihayet İran'da dağların ev sahipliğine
soyunup, koğuştandı.
Büyümeyi, güçlenmeyi ve gerçek anlamda ordulaşmayı hedef alan PKK, 1986
yılında Mahsun Korkmaz Akademisi'nde gerçekleştirdiği 3. Kongrede askeri kanun
çıkarttı.
Bu kanuna göre;
18-25 yaşları arasında bulunan her Kürdistanlı, Kürdîstan'm bağımsızlığı
ve özgürlüğü için savaşmak üzere Kürdistan Halk Kurtuluş Ordusu ARGK'ya
katılmakla yükümlüdür, ibaresi konulmuştu.
Ekim 1986'da Kürdistan Kurtuluş Cephesi imzalı bir bildiri yayımlanarak,
PKK'nın Kürdistan’daki yargılama usulleri kanun hükmüymüş gibi işlevsel kılındı.
Buna göre;
Türk sömürgeciliğiyle doğrudan birlik, ona işbirlikçilik, uşaklık, ajanlık,
milislik, muhbirlik vb. yapmak, açık ihanettir ve ihanetin cezası da ölümdür, demek
suretiyle yargı usulleri tespit edilmişti.
Halepçe katliamının mimarlarından Irak hükümeti ile savaş durumuna geçen
PKK, yine Irak'ın isteği üzerine saldırılarına son verdi. Irak, PKK'yı Türkiye'ye karşı
verdiği savaşta desteklemeye başladı. PKK'ya kamp al ani an açıldı. Militanlara, silah
ve mühimmat yardımında bulunuldu. Bağdat'ta PKK temsilciliği kuruldu.
Çatışmalarda yaralanan militanların tedavilerinin sağlanması için Süleymaniye'de
bulunan bir hastane açılarak, PKK'nın istifadesine sunuldu.
1989 yılında Yunan gizli servisinde Dimitri isimli bir subay Suriye'de Apo'yu
ziyaret etti. Botan kırsalında altı ay kalarak incelemelerde bulundu. O sıralar
Yunanistan, düşmanı olan Türkiye'nin düşmanı PKK'ya sempati duyuyordu. Ve
yürütülen iç savaşta PKK lehine yardımlarda bulunmak istiyordu. Dimitri'yi PKK'mn
mücadele sahasına değin göndermesinin altında, PKK ile devlet arasındaki savaşın
mahiyetinin öğrenilmesi yatmaktaydı. Ardından Yunanistanlı emekli bir Albay,
yanında götürdüğü bir heyetle Bekaa'ya vardı. Apo ile özel görüşmeler yapıldı. ERNK
temsilciliklerinin Yunanistan'da açılması kararlaştırıldı.
İlk dönem Yunanistan sorumluluğunu Rojhat kod yaptı.
Sırbistan'dan bol miktarda strella füzesi alındı. Bu ülkede de bürolar açıldı.
Alınan füzelerin kullanımını yapacak kadrolar bu ülkenin eğitim sahalarında eğitildiler.
TNT, C-4 patlayıcıları, Sarin gazı hep bu ülkelerden satın alındı. Geçiş güzergahları
da aynıydı ve aşinaydı. Gemilere yükleniyor, Suriye üzerinden Kuzey Irak'a
aktarılıyordu.
Telsiz, dürbün, gece görüşü gibi cihazlar da Romanya ve Japonya'dan temin
ediliyordu.
ABD ile İngiltere gibi yeni dünya düzeninin fikir babaları, PKK'mn Marksist bir
Örgüt olması nedeni ile bu örgütle direk olarak siyasi görüşmelerde bulunmuyorlardı.
Ancak, dolaylı olarak kaynak aktarımında, yiyecek ve silah yardımında
bulunuyorlardı. Nitekim Körfez Savaşı esnasında, Kuzey Irak'ta yaşayan Kürtlere
çadır ve yiyecek yardımı yapıyoruz, bahanesiyle PKK'ya mühimmat, çadır ve
kumanyalar üstelik ABD helikopterleriyle atılıyordu. Yani, bir yandan PKK'yı direkt
muhatap alarak şımartmak ve Türkiye'yi kırmak istemeyen ABD ve İngiltere, diğer taraftan
PKK bitap düşmesin diye gizli ve karanlık uzantılarını kullanmakta tereddüt
etmiyordu.
Zaten ABD, Türk Milletini asil diye sevmiyordu. Topraklarında da kocaman
çıkarları yatıyordu. Öcalân, her şeye rağmen Marksist imajından ödün vermeden
İngiltere'ye giderek destek arayışları içerisine girdi. İngiliz lordlarıyla görüştü. Ancak
tatminkâr bir sonuç alamadı.
Avrupa'ya yönelen PKK, Asya kıtasında da boş durmadı. Mahir kod
denetiminde Rusya ile de ilişkiler ağını geliştirdi. Moskova yakınlarında Yaroslav
köyünde örgüt adına bir eğitim kampı kurdu.
1990 yılında Körfez Savaşı'ndan önce Kuzey Irak'ta alt yapısını kurmuş olan
PKK, bu savaştan sonra SAM -6, SAM-7 füzelerini satın aldı. Bu füzeler
Yunanistan'ın yardımıyla Kuzey Irak'a geçirilmişti.
SAM-7 füzeleri ve diğer lojistik ihtiyaçlar Rusya'dan da sağlanıyordu. Rusya ile
bağlantıları da İran istihbarat servisi sağlıyordu. Ki, bu da İran'ın PKK ile üst düzeyde
görüştüğünün bir kanıtıydı.
PKK'nın Urumiye'de İran hükümetinin bilgisinde bulunan bir hastanesi vardı.
İran topraklarında pek çok kamp ve barınak yeri de vardı. Osman Öcalan da uzun
süre İran topraklarında bulunan köylerde yaşamını idame ettirmişti. Keza, Osman
Öcalan'ın İran hükümeti ile iyi ilişkiler içerisinde bulunduğu aleniydi.
İran, 1994 yılının ardından gerilemeye başlayan PKK'ya alternatif olarak
Hizbullah'ı seçti. İran, bir anlamda İKDP'nin yanı sıra PKK'nın da yıpranmasını ister
mahiyette pratik ortaya koydu. Fakat başlangıcındaki gibi, Türkiye Hizbullah'ı esasen
Lübnan'da bulunup, Filistin'in bağımsızlığı için savaşan Hizbullah ile ideolojik
anlamda da birliktelik ve uygunluk sağlayamamıştı.
Yurt dışından yurt içine, yurt içinden yurt dışına eleman ve malzeme aktarımı
genelde, legal yollar kullanılarak Yunanistan üzerinden yapılmakta idi.
Yunanistan'da Fethi Demir'în örgüt adına 1994 yılında temsilcilik görevini
yürüttüğü vakit, PKK'nın Lavrion isimli bir kamp ile Dimitri Elen isimli bir eğitim alam
bulunuyordu.
KISIM BEŞ:
PKK'nın dış bağlantıları, yıllar sonra eğitim kamplarının alenen faaliyete
geçirildiği sahaların oluşumuyla devam etti. Nerede ise dünyanın her köşesinde PKK
temsilcilikleri kuruldu.
PKK, yurt içinde de aktif pozisyonda bulunuyordu. Gizli kirli ilişkiler ağı
küçümsenecek gibi değildi.
PKK, zaman olmuş devletin en üst tabakasıyla dahi direk bağlantılar içerisine
girmişti.
Özal ile Eşref Bitlis Paşa'nın, PKK ile aracılık yapması amacıyla Celal
Talabani'yi kullanmaları bu yaklaşımların Kürt politikası açısından iyi olduğunu ve;
Eğer ki yaşasalardı sorun çözülmüş olacaktı, dedirtecek derecede Öcalan'ı
umutlandırmaya başladığım ve bu da PKK'ya nedenli derin boyut kazandırdığı
aşinaydı.
Eşref Bitlis Paşa ile Turgut Özal'ı Öcalan'ın gözünde değerli kılan sebep
neydi?
Celal Talabani ile 1998 tarihinde bîr röportaj gerçekleştiren El Vasat
gazetesi sorumuza yanıt olabilecek PKK ile Türkiye arasındaki ilişkilerin perde
arkasını dışa şöyle yansıtmaktaydı:
Süleyman Demire! ile 1992-1993 yıllarında Türkiye'de bulunduğu sıralarda
görüşmeler yapan Celal Talabani, Demirci'm, Kürtlere bazı haklarının verilmesini
düşündüğünü ve Abdullah Öcalan üzerindeki etkisinin ne olduğunu
sorduğunu belirtmişti. Talabani, Demirel ile ilişkilerini gizlemediğini belirterek;
- "Abdullah Öcalan beni dinler. Savaşı durduracak ve size projenizi
gerçekleştirmeniz için mühlet verecektir. Siyasi çözümün herkes için en iyi
çözüm olduğunu düşünüyorum. Çünkü bu çağ diyalog çağıdır," dediğini ifade
etmekteydi.
Talabani, Demirel'in bu düşünceleri hoş karşıladığını, daha sonra
dostluğuyla gurur duyduğu, zamanın Cumhurbaşkanı Turgut Özal ile
görüştüğünü belirtmekteydi. Ondan hiç bir şey gizlemediğini ve Suriye'ye
giderek, Öcalan'la görüşeğîni ve Öcalan'a iletilmek üzere Özal'ın bir mesajı olup
olmadığını sorduğunu, Özal'ın;
- “Bu deliye nasihat etsen de bize siyasi çözüm fırsatı verse..."dediğini
anlatmaktaydı.
Akabinde Mesut Barzani ile Eşref Bitlis Paşa'yı ziyaret ettiklerini, Kürt asıllı
olduğunu ifade ettiği Bitlis Paşa'nın Suriye'ye yapacağı yolculuğu kritik olarak
değerlendirdiği, Öcalan ile karşılaştığında ne yapacağını sorduğunu
irdelemekte idi.
Talabani'nin ifadesine göre;
- "Büyük ihtimalle görüşeceğim," dediği, Paşa'm n;
- "Ona ne söyleyeceksin?" diye sorduğunu ve;
- "Ona savaşı durdurmanın zaruri olduğunu bildireceğim," dediği Öne
sürülmekte idi.
Talabani'ye göre, Bitlis Paşa, bu konuda kendisini barışın sağlanması
amacıyla teşvik etmişti. Ardından Şam'a gittiğim, Öcalan'ı evinde ziyaret
ettiğini, savaşı durdurma meselesini görüştüğünü, Öcalan'ın buna şartsız hazır
olduğunu söylediğini ve bu durumu Ankara temsilcilerinden Serçil Kazzaz
(YNK Sorumlu-su)'a telefonla ilettiğini bildirmekteydi. Onun da Özal'ın
danışmanı Kaya Toperi'ye durumu bildirdiğini, Toperi'nin bu durumu hoş
karşıladığını ve doğrudan Özal'a haber verdiğini, ardından Özal'ın özel sekreterinin
kendilerini arayarak:
- "Başkan bu düşünceyi beğendi,"dediğini ve kendisinden bir basın
toplantısı yapılarak kararın açıklanması için Öcalan'ın ikna edilmesini, bu
kararın kapalı kapılar ardında kalmasının istenmediğini söylediğini, ardından
Öcalan ile telefonla görüşerek basın toplantısı yapılması gerektiğini söylediğini,
Öcalan'ın bunu kabul ettiğini belirtmesi üzerine aynı gece Özal'la görüştüğünü,
Özal'ın Türk gazetecileri göndereceğini söylediğini ifade ediyordu.
Ateşkesin ardından Türkiye'ye dönen Talabani, samimiyetle karşılandığını
ifade ederken, dönemin Dışişleri Bakanı Mesut Yımaz'ın kendisini havaalanında
karşıladığını, barış çabalarından dolayı kendisini tebrik ettiğini, Başbakan
Süleyman Demirel'in de şahsını kucaklayarak, öperek karşıladığını dile
getirerek, Özal'ın da kendisini tebrik ettiğini, bu kez;
- "Bu deliden durmasını ve ateşkes sürecini uzatmasını iste ki, bu
konuda askeri ve halkı ikna etmek için bir çıkış yolu bulalım," dediğini dile
getiriyordu.
Tekrar Bekaa'ya giderek, Öcalan'ı ziyaret eden Talabani, Özal'ın
düşüncelerini A. Öcalan'a bildirdikten sonra ateşkesin uzatıldığını ve bunu bir
basın toplantısı ile duyurulmasını kabul ettiğini irdelemekte idi. Ancak, 33 erin
öldürülmesiyle anlaşmanın tekrar bozulduğunu ve Öcalan'ın bu eylemi
kınamasını sağlayamadığını anlatıyordu.
Anlaşıldığı üzere, 1993 yılında PKK'nın ilan ettiği ateşkesin arabulucusu
Celal Talabani idi.
Peki, ateşkesin bozulmasına sebebiyet veren güç kimdi?
Gazeteci -yazar Dr. Arslan Tekinin İMRALI'DAKİ KONUK isimli kitabında, 1993
yılındaki ateşkes ile alakalı şu tespiti ilginçtir, düşündürücüdür. "Talabani
röportajından çıkan sonuç" bölümünde ateşkes açıklaması ile ilgili şöyle bir yorum
getirilmiştir:
"Maalesef medyamız bu hususta Öcalan'ı neredeyse ilah mertebesine
çıkartmıştı. Öcalan'ın ne söylediğinden çok, giyimi, kuşamı, yaşama şekli ve illa da
kravatı ile ilgilenmişlerdi... Şimdi aynı medyamız Öcalan'a bebek katili diyor!"
Dr. Arslan Tekin ekliyor:
"... Sık sık yayınladıkları öldürülen çocukların resimleri o zaman da vardı!"
İslâm'ı siyasallaştırmaya gayret eden, abdest esnasında ayağını yıkatmaktan
kaçınmayan kimseler de PKK ile diyalog içerisinde bulunmuşlardı. Tabanlarından
PKK'nın Marksist ideolojisinden dolayı çatlak sesler yankılansa da doğudaki Kürtlerin
büyük bir oy potansiyeli olarak görülmesi siyasal İslamcıların -ki bunların İsi â mi
değerlerle yakından uzaktan ilişkileri bulunmamaktadır- iştahını kabartıyordu.
Bastırılması güç olan bu iştahlarından dolayı idî ki, Apo da bu zaafiyetlerinden
faydalanmak istemişti. Bu münasebetle Ağa kod adlı Mervan Zirki aracılığı ile Öcalan,
Erbakan'a mektup göndermiş, hatta cevap niteliği taşıyan bir de mektup almış ve
karşılıklı yazışmalar bu şekilde devam etmişti.
Öcalan İmralı Adası'nda tutuklu bulunduğu vakit, siyasal İslamcı Örgütlerle
bağlantılarını şu ifadelerle doğruluyordu:
- "Erbakan-Çiller Hükümeti'nden Suriye Temsilciliğine iki mektup geldi.
Erbakan imzasını taşıyan bu mektuplar Suriye'deki arşivde bulunmaktadır..."
DTP üyelerinden Cindoruk ile Sezgin'in meselelerine yakın isimler olduğu ve
HADEP ile yakinen flört ettikleri Öcalan'ın kendi ifadeleriydi.
1993 yılında gazeteci olduğu iddia edilen Hasan Cemal Apo'nun yanına gitti.
İsmet Sezgin'den, üslubunu düzeltsin, hükümetin söylediklerini de fazla hesaba
almasın, notunu götürdü. Özal'ın ölümü dolayısıyla da Öcalan, Semra Özal'a
başsağlığı mesajı gönderdi.
Turgut Ozal, sağlığında ayrıca;
- "Söyleyin ona yaptığı her şey yanlış değildir" demişti.
Bu rivayet, gerek Öcalan'ı, gerekse PKK üyelerini bayağı etkilemişti.
Yine bir defasında İsmet Sezgin;
- “Türkiye sert konuşursa dikkate alma!" şeklinde bir mesaj daha yolladı,
Öcalan'a.
Ayrıca Sezgin'in İçişleri Bakanlığı koltuğunda bulunduğu yıllarda Apo için sarf
ettiği;
- "Sayın Öcalan!!!" hitabı hafızalarda tazeliğini korumaktadır.
Şahin Baliç, Kör Cemal, Terzi Cemal, Botan, Pilot, Şener gibi asıl üyelerini
gerektiği yerde tereddüt etmeksizin öldürten PKK, buna karşın inanılmaz bir kudrete
ulaşmıştı, içteki desteğin ise, boyutlarını düşünmek dahi mümkün değildi.
Devletin, ekmeği ile beslediği, gram imkanlardan mahrum etmediği
holdingciler, inşaatçılar, yazarlar, şarkıcılar, siyasetçiler hep PKK kervanında
olmuşlardı ya bir yolcu, ya bir taşıyıcı...
Toprak Holding'in sahibi Halis Toprak parasal yardımlarda bulunmuştu.
Kurduğu fabrikalarında PKK'nın ricası üzerine özellikle PKK sempatizanlarını
çalıştırıyordu.
Ceylan Holding'den yardım ve parasal destek sağlanıyordu. Bunlar da
PKK sempatizanlarını himaye ediyorlardı. Hatta dağlara sağlanan militan
akışlarında dahi parmakları olduğu rivayet ediliyordu.
Batman Petrol Sendikaları ile kardeş diyalogu vardı.
Tatlıses Turizm gönüllü yardımlarda bulunuyordu.
Taşocakları işletmecisi Âli Rıza Septioğlu'ndan örgüt adına parasal destek
sağlanıyordu.
Bunların tamamı Öcalan'ın resmi ifadelerinde de dile getirildi. Hiç biri
çıkıp, tek bir mazeret uydurma gereksinimi dahi duymadı.
Botan'da Babatlar, Osman Demir gibi aşiretler PKK'ya adam verme ve
erzak ikmali gibi yardımlarda bulunuyorlardı.
Bucak Aşireti mensubu ve Suruç'la Kılıçlar'dan olan bazı kimseler örgüte
aktif destek sağlıyorlardı.
Öcalan'ın ifadelerinde, Tatlıses'in eski dostu inci Baba lakaplı şahsın da
adı geçiyordu. Nitekim bu mafya babasından bile örgüt adına ihale başı yüzde 3
vergi payı alınıyordu.
KISIM ALTI:
PKK'nın siyasal aktivitasyonu gereğince bir dönem yurtlarından göçen Kürtler,
PKK tarafından alınarak Atruş Kampı'na yerleştirilmiş ve dünya kamuoyuna Kürtlerin
sözde özgürlük inancı olarak bu olay lanse edilmişti.
Atruş Kampı, Türkiye'nin sınır Ötesinde, K, Irak'ta bulunuyordu. Bu kamp,
PKK'nın ve dünya sivil örgütlerinin temin ettiği bir çadır kent idi. Ve yine PKK
tarafından korunuyordu.
Esas gaye, Atruş'ta kendi kendini yöneten bir toplum oluşturmak, Avrupa ve
dünya insani kuruluşlarının dikkatlerini bu kampa çekmek idi. Esasen PKK, bu adımla
Güney cephesinde gelişme zemini hazırlamaktaydı. Filistin'de uygulanan bu tür
kamplar vardı. PKK'nın böylesi bir esintiye de Filistin örneğinde elde edilen başarı
sonucu kapıldığı aleniydi.
PKK'nın girişimlerinden biri de Avrupa'da tam örgütlülüktü. Bu amaçla 12 Nisan
1995 yılında Hollanda'nın Lahey şehrinde 65 kişilik örgüt üyesi tarafından Sürgündeki
Kürt Parlamentosu ismini simgeleyen SKP kuruldu.
SKP, Batı'da PKK'nın diplomatik sözcülüğü içindi, PKK, 1990, 91, 92, 93
yıllarında bazı alanları kurtarılmış, yan kurtarılmış alanlar olarak değerlendirmiş ve
dönemi iktidarlaşma, devletleşme ve bunlara örgütsel yönleriyle cevap verebilme
süreci olarak görmüştü. Bunun Avrupa ve dünya devletlerine lanse edilmesi gibi
görevleri de SKP'ye yüklenen misyonerliklerden biri olarak değerlendirmek
mümkündür. 

Öcalan'ın verdiği talimat ile birlikte 20 Kasım 1996 tarihinde Norveç'in Oslo
kentinde 6. Genel Kurulu'nu toplayan SKP üyeleri, K. Irak'a taşınmaya karar
vermişlerdi. Buradaki amaç, PKK'nın kurumsallaşmasıydı. Bu nedenle bir heyet K.
Irak'a gönderildi. Ancak, hissedilir derecede etkinlik gösterilemedi. Nikekim bu sevda
sadece teorik bazda kaldı.
SKP üyelerinin 1997 yılında Vatikan'da, Papa, ile görüşmeleri vardı ki, bu
görüşmelerde masaya yatırılan konular ve dile getirilen karşılıklı düşünceler yeterince
düşündürücüydü.
PKK savaşıyordu. Siyasallaşmaya doğru gidiyordu ve talep ettiği Kürdistan
topraklarının sınırlarını çok net bir şekilde belirleyen haritası da vardı.
PKK'nın Kürdistan haritası Mezopotamya'yı boydan boya içine almaktaydı.
Ortadoğu'nun can damarında bir coğrafi çizim işte...
PKK, yazılı medyadan sonra dönemin şartlarına tam anlamıyla cevap olabilmek
için görsel alanda da yayın hayatına atılmayı zaruri gördü. Bu nedenle MED-TV
(sonradan isim değiştirip MEDYA-TV oldu) isimli bir televizyon istasyonu kurdu. Gerçi
bu televizyonun kurulacağı henüz 1992'lerde konuşuluyordu.
MED-TV'nin kuruluşu, ilk kez bir İngiliz vatandaşı tarafından 30.03.1995
tarihinde gerçekleşti.
O yıllarda Apo, MED-TVnin heyecanı ile Türkiye aleyhine propaganda
geliştirmesi amacıyla dağdakilere talimat göndererek, ellerindeki belge, bilgileri
toplayarak Avrupa'ya aktarmalarım istemişti.
Siyasal kazanım elde etmek amacıyla 1997 tarihinde Brüksel-Diyarbakır
hattında Barış Treni organizasyonuna kalkışan PKK, Diyarbakır'a varış gününü l Eylül
Dünya Barış Günü ile denkleştirmiş, ancak organizasyon istenildiği gibi
sonuçlandırılamamıştı.
*** 

Hiç yorum yok: