20 Nisan 2011

Bir itirafcinin kaleminden -10-

Dogu Perincek

                                                  ONUNCU BÖLÜM
PKK, küçümsenecek gibi değildi!
Dağlardaki mevcut militan kadrosuna bakıldığında gayet sistematik, oturtulmuş,
koordineli bir çalışma ile yüzleşileceği muhakkaktı. Olaylar öylesine bilinçli koordine
ediliyordu ki, siyasal çözüm atılımları kırsaldaki silahlı mücadelenin dönemsel
taktiklerine orantılı dizayn oluyordu. Bundan dolayı olsa gerek, gerçekten de ister
terör deyin, ister bu olaylara başka boyutlar kazandırın, PKK, kesinlikle önemli bir
aşama katetmişti.

Adı konmamış savaşa karşı olduğunu iddia edenler bile aslında
PKK ile gayri ihtiyari muhatap olmuşlardı. Dönem olmuş PKK taraftarlarına devlet,
kendi eliyle imkan sunmuştu.
Doğu Perinçek'in konumuna bakıldığında düşüncelerimin doğruluğuna kanaat
getirmek mümkün olacaktır.
İşçi Partisi Genel Başkanı iken, PKK ile irtibatlı olduğu belgelenen, akabinde
apar topar göz altına alınan ve tutuklanan Doğu Perinçek'in geçmişi de pek iç açıcı
değildi. O, daima ılımlı ve uzlaşmacı yaklaşımların dışında kalmıştı. Belirlediği
ideolojik çizginin dahi ötesine sarkıyordu. Süreç içerisinde koruduğu zannedilen
kimseleri hedef seçtiği, daimi bir değişim içerisinde bulunduğu da bilinmekteydi.
PKK, silahlı mücadele içerisine girdikten sonra, 1989 yılında Abdullah Öcalan'ın
yanına varan Perinçek, örgütle bütünleşmek istemişti. Örgütün lideri konumunda
bulunan Öcalan, geçmiş süreci gözönüne alındığında Perinçek'e güven duymanın
doğru olamayacağını düşünmüş, bu öneriyi kimseye sezdirmeden askıya almıştı.
Öcalan'ın bu öneriye temkinli yaklaşmasının ardında yatan asıl neden, bir zamanlar
ideolojik mücadeleleri gereği karşılıklı kanlı bıçaklı olmalarıydı.
Perinçek'in 1970'li yıllarda, TİİKP döneminde ve sonrasında birçok arkadaşını
yan yolda bıraktığı, kendisine muhalif olanları deşifre ederek ölümlerine sebebiyet
verdiği dikkate alındığında Öcalan'ın güvensizliğini anlamak mümkündü.
1991 yılına kadar Abdullah Öcalan'dan gelecek cevabı bekleyen Perinçek,
PKK'nın gün geçtikçe daha çok güç kazandığına şahit oldu. Bu da, iştahının
kabarması demekti. Zira, O'nun hiçbir dönem yapamadığım PKK başarmış, O da,
bundan nema kapmak için harekete geçmişti. Aslında Apo'nun kendisine
güvenmediğini biliyordu. Bu sebeple güven vermek adına, PKK lehine birtakım pratik
faaliyetler içerisine girdi.
PKK meyilli icraatlara girişen Perinçek, toplantılarda ve katıldığı seminerlerde
daima Kürt sorununu kaşıyarak, PKK'yı savunucu tezler ortaya koydu. Her ne kadar
pratikte aynı aktiviteyi sağlayamamış olsalar dahi teorik bağlamda PKK ile aynı dünya
görüşüne sahip oluşu da kitle üzerinde inandırıcılığını arttmyordu.
1991 yılında Öcalan, Perinçek'i, karargahına yani Mah-sun Korkmaz
Akademisi'ne çağırdı. Öcalan'ın bu çağrısı üzerine Bekaa'mn yolunu tutan Perinçek,
gerçek anlamda burada, çok özel diyebileceğim önemli bir görüşme gerçekleştirdi.
Ayağının tozuyla vardığı sözde Akademi'de bir önceki ziyaretinin tersine tam bir lider
gibi karşılandı. Apo'nun karargahına varışında, tek sıra halinde bekleyen düzenli ordu
görünümlü sözde veya gerçekte Kürt gerillalarının esas duruşta şahsım selamlamak
için beklediklerine şahit oldu. Bu, Perinçek'i onurlandırmada izlenilen iyi bir stratejiydi.
Akademi'nin kapısına kadar ezik varan Perinçek, onur verici karşılama töreniyle
karşılanınca, bir an için kendisini Kürt sorunun çözümündeki tek kilit isimmiş gibi
gördü; bu şuurla militanları selamladı. Abdullah Öcalan ile beraber eğitim sahasını ve
militanları teftiş etmeye kadar girişimci tavır takındı.
Öcalan'm karargahında PKK'nın bayrağım öpen, lideri ile çay yudumlayan ve
hatta kendisinden gül alan Perinçek, gördüğü yakın ilgi nedeniyle örgütün havasına
girmekten kurtulamadı.
Öcalan ne dese onaylıyordu.
Öcalan, Perinçek'ten ülke içerisindeki psikolojik savaşın yoğunlaştırılmasını, iş
adamlarından mali kaynak sağlanması için teşviklerde bulunmasını, PKK'mn
mücadelesinde haklılığını her platformda dile getirmesini, devletin asimilasyon ve
sömürüye dayalı despot yaklaşımının sadece ülke içerisinde değil, yurt dışına da
taşırılarak anlatılmasını, PKK'nın önünün açılması için siyasal çözüme yönelik tatmin
edici girişimlerde bulunmasını, devletin örgüt tarafından bilinmeyen, görülemeyen
taktiksel savaş stratejisinin bilgi akışı içerisinde sızdırılmasının sağlamasını, ERNK
mensuplarına özellikle metropollerde zemin tanınmasını ve aktif çalışma yapmaları
için yardımcı olmasını, yanlış eylemlere teşebbüs edilmesi halinde uyarılmalarının
sağlanmasını, pasif konumda kalanların nitelikli eylemlere yönlendirilmesinde öncülük
yapmasını gayet sade bir dille talep etmişti. Tabiri caiz ise, Perinçek'in PKK'nın ikinci,
fakat gizli lideri olmasını istiyordu.
Bu talepler başka neyin alameti olabilirdi ki?..
Perinçek, Öcalan'ın taleplerim sıcağı sıcağına .kabul etti. Tabiiydi ki, dananın
kuyruğunda nelerin yattığını Perinçek açısından anlamak zor olsa gerekti. Ancak,
dananın kuyruğunda bir gizem aramaya kalkışılmazdan, mevcut gerçekler ışığında
senteze gidilecek olursa ortaya şu gerçeğin çıkması kuvvetle ihtimaldi:
Perinçek, PKK’nın beyin fonksiyonlu, ama gizli bir lideri olmuştu!..
Tarih 1991.
Bekaa'ya gidişini kamufle etmek amacıyla sonradan çokça çırpınan Perinçek,
bu sırrı saklayamayacağım anlayarak, gazetecilik ayaklarına bürünüp, bunu, mesleki
bir gerekçe olarak topluma kendisinin lanse etmesi gerektiğine inanmıştı. Laf olsun
diye 2000'e Doğru dergisinde bazı Önem arz etmeyen değerlendirmelerini
röportajımsı nitelikte yorumlamış ve adaletin elinden sıyrılma gayreti içerisine girmişti.
Sanki adalet çarkı işliyordu da!.. Sanki Perinçek, gazeteci olmadığını
beyan etse içeri tıkılacaktı da!.. Hay!..
Yunan milletvekilleri Öcalan'ı ziyaret etti diye Türkiye'yi ayağa kaldıran, hatta
Yunanistan ile ilişkilerin dondurulmasını isteyerek Ege kıyılarında koca iki ülkeyi
soğuk savaş rüzgarlarına esir veren Türk milletvekillerinin, vekil arkadaşlarından
Fetullah Erbaş ile İHD genel başkanlarından Akın Birdal'm PKK'nm ayağına
gitmesine, PKK'nın merkezi üyesi konumunda bulunan Ali Rıza Altun ile örgütün
bayrağı altında pozlar vererek bölücü faaliyetlere güven veren ve Mehmetçik'in
akıtılan kanına adeta hakaretler yağdıranlara ses çıkartmamasına ne anlam
verilebilir, ne de atıl kaldığına inandığım adalet çarkının istikrarına, tarafsızlığına
güven duyulabilirdi.
Perinçek, Mahsun Korkmaz Akademisi'nden istediği fırsatı yakaladığı inancıyla
ayrıldıktan sonra Türkiye'ye geri döndü. Güdümü altında bulunan Teori Dergisi'nde
Öcalan ile yapmış olduğu mülakatı tefrika etti. Apo'ya, PKK'ya, ARGK'ye övgüler
yağdırdı.
Bir anda yazılarında Kürt hamisi kesiliverdi, Perinçek. Aynı yıl yapılan Sosyalist
Parti İkinci Kongresi sırasında genel başkan seçildi. Keza, Apo'yu Bekaa'da ziyaret
etmesi ve hemen akabinde Sosyalist Parti Genel Başkanlığı'na getirilmesi tesadüfi
olarak nitelendirilemeyecekti. Çok koordineli ve stratejik düşünüldüğü aleniydi.
Perinçek'in genel başkan seçildiği SP'nin ikinci kongresine etnik mücadele
yürüten çeşitli ülkelerdeki militan güçlerin liderlerinin de davet edilmesi ve kongrede
bunlara da söz hakkı verilerek, şölen adı altında tam bir bölücü propaganda
estirilmesi oldukça etkileyici, bir o kadar da düşündürücü idi.
Kongrede kimler yoktu ki!
Kübalı, Şilili, Çinli, Vietnamlı, Angolalı vs. nice Marksist-Leninist
mensuplar, gerek fiilen iştirak etmiş, gerekse mesajlar yollamışlardı.
Elbetteki ki, Türkçe konuşmak yasak olmamalıydı. Zira bu lisan, Türkiye
nüfusunun beşte ikisinin konuştuğu bir ana dil olmakla birlikte, yine bu oranın beşte
biri içinde hayati bir gereklilik arz ediyordu.
Ancak, Perinçek bu konuda da suistimalci davranmıştı. Kongre salonunda
Apo'dan aldığı direktifler doğrultusunda lisanını Kürtçe çeviri ile değiştirmesi ortamı,
Apo'nun ve dağdaki militanların lehine atılan sloganlarla alevlendirdi:
"Gerilla vuruyor, Kür diş t an'ı kuruyor. Biji Serok Apo!”
Bunlar kongre salonunda atılan sloganların başlıcalarındandı.
Aynı tarihte Teori isimli dergi, Sosyalist Parti'nin İkinci Kongresine genişçe yer
verdi. Dergide ayrıntılara değinilerek, bölümlerde Apo'nun istemlerinin sinsice nasıl
da işlevsellik kazandığı alenen ortaya konmuştu.
Aslında bunlar, gülmesini beceren nadir vampirlerdendi.
Güneşin aydınlığından sakınarak, gecenin karanlığında hayat arayan,
dolunayda avlanan bir vampir gibi... Onlar da; güçlerini ancak istikrarsızlıklarla
korumakta ve bu hallerde gerçek yüzlerini ortaya dökebilmekteydiler.
Kıbrıs Barış Harekatı'nda, müdahaleyi gerçekleştiren Türk Güvenlik Kuvvetleri'ni
işgalcilikle suçlayanların da arasındaydı, Perinçek!
Böyle bir zihniyete saygı duymak mümkün müydü acaba?
Aslı sorulacak olursa söyleyeyim;
Bu, ne Hak'ka, ne halka hizmet olarak kabul görebilirdi.
Kıbrıs Barış Harekatı'nı başlangıcından itibaren eleştiren Perinçek,
düşüncelerini sözüm ona belgelemekten de kaçınmıyordu. KIBRIS MESELESİ isimli
bir de kitap yayımlayarak kimliğini taşıdığı, ekmeği ile beslendiği ülkesinin onursal
mücadelesini resmen kınıyordu. Kitabında Türk müdahalesini yürüten komutanları
ağır bir dille eleştiriyordu. Müdahaleyi faşist generaller çetesinin müdahalesi, işgali
olarak lanse ediyordu; gözleri kana bürünen ırkçı, katliamcı Rumlar için de, mazlum
yakıştırması yapıyordu, bu kitabında.
Bu kirli senaryo ağı, PKK ile mücadeleye girişen güvenlik personelleri üzerinde
tekrarlanarak oynanmaya çalışıldı, hem de defalarca.
Ordu köy yakıyor, ormanları yakıyor, faili meçhul cinayetlere seyirci kalıyor
deniyordu bu defa. Fakat bu pek fazla rağbet görmedi. Zira Perinçek, siyasal
anlamda kayda değer incelikte kamuoyu oluşturamamıştı. Engel buydu! Nitekim
bunlann tamamı eski düşmanın dost olmadığını, olamayacağım delillendiriyordu.
1991 yılında A. Öcalan ile görüşen Perinçek, ülkesi için çalışma hevesi içinde
bulunan kimselere yönelik müthiş derecede psikolojik savaş da yürütüyordu.
1991-1992 yılı PKK'nın doruk noktasına ulaştığı zamanlardı. Bu süreç
içerisinde bütün PKK kimlikli kimseler gibi Perinçek de Apoist olmuştu.
Kim ne derse desin ortada bir gerçek vardı.
PKK'nın kurtarılmış alanlar oluşturduğu bir dönemde bu örgütü yıkıma
uğratan kişi Türkiye'nin ilk kadın başbakanı olan Tansu Çiller idi.
Çiller'in kimin tarafından yönetildiği, kumanda edildiği iddialarına meydan veren
sorulara zemin hazırlayan spekülasyonlar inkar edilemez bir gerçeği saman altı
edemezdi. Bu aktivitasyonu sağlamış olmasından dolayı idi ki, Apo'dan aldığı
talimatla Çiller'i karalama harekatına girişen Perinçek, koz olarak CIA ajanlığı,
ispiyonculuk, hırsızlık gibi iddiaları savurmuş, her ne hikmetse tüm bu söylenenler
rağbet de görmüştü doğrusu.
1996 yılına kadar teorik ve pratik anlamda PKK'ya hizmet veren Perinçek,
nihayet PKK tarafından ilk kez resmi bir yazı ile taktir edildi.
Tarih 1996.
* * * 

ONBİRİNCİ BÖLÜM
Tarih 04.03.1996.
Garzan Eyaleti Karargah Komutanlığı tarafından kaleme alınan ve ERNK
mensupları aracılığı ile Perinçek'e ulaştırılan bir teşekkür mektubu hazırlanmıştı. Bir
sayfadan ibaret bu dokümanda Perinçek'i övücü cümleler kullanılmıştı.
Dokümanda önemli bulduğum kısımlar aynen şöyle yazıya dökülmüştü:
"... göstermiş olduğunuz özveri ve gerek silahlı, gerek siyasi, gerekse de
ekonomik yönden partimize yapmış olduğunuz katkıları kelimelerle ifade etmek
mümkün değildir. ...Kürt halkının sizin gibi insan haklarına saygılı, cesur ve
bağımsızlık mücadelesi yürüten partimize çekinmeden destek çıkan yiğit fertlere
ihtiyacı vardır. ...partimiz sizinle sırt sırta çalışmaktan şeref duyacaktır."
Görüldüğü üzere, Perinçek-PKK diyalogunda bunun ötesine de geçilmeden
esas gerçekleri görmek mümkündü. Kimsenin ne yalana, ne de yönlendirmeye
ihtiyacı olmayacağı, olamayacağı bir ibret vesikası idi, bu!
Perinçek'in deyimiyle de; bu, bir komplo değildi.
* * *

Hiç yorum yok: