3 Şubat 2011

Halkın iddianamesi-4-

Halkın iddianamesi 4tansu_ciller_mehmet_agar Cem Ersever'in ölümü sonrasında İstanbul ve Ankara'ya sıçrayan faili meçhul cinayetlerde çok sayıda işveren öldürüldü. Bu ölümlerin, dönemin Başbakanı Tansu Çiller'in bir konuşmasında söylediği, 'Elimizde PKK'ya yardım eden işadamlarının listesi var' açıklamasından sonra peş peşe gelmesi ise dikkat çekiciydi
Çiller ve Ağar'dan 'bin operasyon'

Cem Ersever'in ölümün üzerinden bir ay geçmeden Nokta Dergisi, Cem Ersever'in ölümünü irdeleyen bir dizi yayınladı. Bu dizide yeralan TİT mensubu Ali Pınar, ilginç açıklamalarda bulunmaktaydı. Ali Pınar'ın daha sonra ise kim olduğu ortaya çıktı.

Arka profilden çekilen fotoğrafları yeralan Ali Pınar, Diyarbakır OHAL'da sivil memur olarak çalışan PKK Diyarbakır Cezaevi'nde bulunması gerekirken, bir sahil kasabasında Nokta muhabirleriyle buluşuyordu. Adil Timurtaş, Cem Ersever'e çok uzak bir isim değildi. Fakat kendi ismi yerine aynı zamanda Diyarbakır'ın bir mahallesi olan Ali Pınar adını kullanıyordu. (Adil Timurtaş'ın 2007 yılında Tempo Dergisi muhabirlerini 'Seni Yeşil'le buluşturacağım' diye bir sahil kasabasında dolandırarak bilgisayar ve cep telefonlarına da el koyduğu iddia ediliyor.)
itirafçısıydı. Adil Timurtaş, röportaj yapıldığı tarihte Kendisini TİT mensubu Ali Pınar olarak göstererek bir röportaj yapan Timurtaş, JİTEM'in kuruluşundan faili meçhullere varana dek birçok konuda açıklamalarda bulundu. Diyarbakır DGM Savcılığı 2002/60 nolu dosyada bulunan bu röportajda, Timurtaş'ın sırttan çekilen bir fotoğrafı da yeraldı. Röportajda Cem Ersever ve Mustafa Deniz cinayetinin, Mete kod adlı İbrahim Babat tarafından gerçekleştiği anlatılıyordu. Aslında bu Timurtaş ile Babat arasında JİTEM içerisinde başlayan kavganın devamıydı. İtirafçı Abdulkadir Aygan, Adil Timurtaş'ın JİTEM'e girmesinin Babat tarafından engellendiği için aralarında husumet bulunduğuna dikkat çekiyor.
İtirafçı Adil Timurtaş, Nokta Dergisi'ne verdiği röportajda, Ersever'in uyuşturucu işinden Çekiç Güç'e kadar birçok konuda bilgisi olduğunu, bunlar konusunda çektiği kasetlerin Genelkurmay'a ulaştığını, bu nedenle Ersever'in susturulmak için değil, bir iç hesaplaşma nedeniyle öldürüldüğünü belirtiyor
Diyarbakır'da TİT'in adresi JİTEM Nokta Dergisi muhabirleri Ayşe Önal ve Can Karakaş ile bir sahil kasabasında buluşan Adil Timurtaş, 72 saat süren bir görüşme yapmıştı. İşin ilginç yanı ise bu röportajı yapan Adil Timurtaş'ın arabasında kalaşnikof marka silah bulunması nedeniyle, Diyarbakır Cezaevi'ne konulmasıdır. Ve Timurtaş Diyarbakır Cezaevi'nde bulunması gerekirken bir sahil kasabasında gazetecilerle buluşacak kadar da rahattı. Görüşmenin ardından taraflar ayrılırken birinin ölümüne kadar saklanmak üzere bir hatıra fotoğrafı da çektiler. Röportajda, Ali Pınar, Cem Ersever'in öldürülmesini, 'Binbaşı bir haindi' sözleriyle değerlendiriyordu. Ersever'in öldürülmesinden 24 gün sonra yapılan bu röportaj ile hem Ersever'in ölümü daha da karmaşık bir duruma getirildi, hem de Ersever'e bağlılıklarıyla bilinen JİTEM bünyesindeki itirafçılara gözdağı verildi. Timurtaş, röportajında Ersever'in uyuşturucu işinden Çekiç Güç'e kadar birçok konuda bilgisi olduğunu, bunlar konusunda çektiği kasetlerin Genelkurmay'a ulaştığını, bu nedenle Ersever'in susturulmak için değil, bir iç hesaplaşma nedeniyle öldürüldüğünü belirtiyor. Timurtaş'ın söylediklerinin dönemin Başbakanı Tansu Çiller'in açıklamalarına paralel olduğu görülüyor.
İnfazlar Ankara-İstanbul'da Ekim 1993'te Ersever'in ölümünün ardından faili meçhul cinayetler Ankara ve İstanbul'da yoğunlaştı. Yine bu kentlerde bombalama olayları başladı. İlk bombalamalar DEP Genel Merkezi ve DEP'e ait binalarda gerçekleşti.
Saygı Öztürk 'Devletin Derinliklerinde' isimli kitabında bu bombalamaların izini sürdü. Öztürk, şunlara dikkat çekiyordu: 'Ankara Emniyet Müdürü Orhan Taşanlar polisevinde gazetecilere iftar yemeği veriyordu. Telsizlerden bombalama haberi geçince, DEP Genel Merkezi'nin bombalandığı ortaya çıktı. Taşanlar bir süre sessiz kaldı. Çorbasından bir kaşık aldı, orada kalan gazetecilere 'Arkadaşlar kusura bakmayın ben gitmek durumundayım' dedi. Dişlerini sıktı bu yine onun işi diye içinden geçirdi. O günlerde bu partiye yakın olan dernekler ve yayın organlarının binaları peş peşe bombalanıyordu. Failler ise bir türlü yakalanamıyordu. Kimin yaptığı ise belirlenemiyordu. Aslında şüphelenilen kişi belliydi; Yeşil. Yeşil başlarına bela olmuştu. Bu kişi Ankara'da eylemler yaptıkça emniyet yetkililerinin üzerinde de 'Siz uyuyor musunuz' diye baskılar kuruluyordu. Yeşil'in kim olduğunu ve kimler tarafından korunduğunu biliyorlardı. Yani ona dokunmaları mümkün değildi.'
Mehmet Eymür 1993'te Doğan Güreş'in JİTEM'de bulunan ekipleri tasfiye ederek yeniden yapılandırılmasının ardından Yeşil kod isimli Mahmut Yıldırım'ın MİT'e çalıştığını 23 Temmuz 2000 ATİN sitesinde yayınladığı bir makaleyle anlattı: 'Zamanın MİT Müsteşarı Sönmez Köksal da bu konuda bir hayli tereddütlüydü. Yeşil'in bütün mazisinin MİT'e monte edilmesinden endişe duyuyordu. Ben Yeşil'in ortalarda denetimsiz bırakılmasının daha vahim neticeler vereceğini düşünüyordum. Mehmet Ağar, resmi bir toplantı için MİT'e geldiğinde MİT Müsteşarı'nın yanında kendisine mealen 'Bu adamı siz de, jandarma da kullanmış, şimdi ortalarda bırakmışsınız. Bu tip adamları sahipsiz bırakırsanız 'suç makinası' haline gelirler, buna bir şekil bulun' dedim. Ağar, jandarma ile konuşacağını söyledi, ancak bir netice çıkmadı.'
Yeşil Ankara'ya yerleşti Mehmet Eymür tarafından kurulduğu iddia edilen ATİN sitesinde Yeşil'in Ankara'ya yerleşmesine ilişkin ise, şunlara yer verilir: 'Yeşil'in bu bölgede de deşifre olması ve taraflı basın organlarında adının birçok faili meçhul ve haraç alma olayına karıştırılması üzerine jandarma 1994 yılında, kendisini ailesiyle birlikte batıya, Ankara'ya yolladı. Aktif çalışmaya alışmış olan Yeşil, Ankara'ya intibakta zorlandı.' Eymür'ün bu makalesine karşılık Saygı Öztürk kitabında, Yeşil'e ilişkin şunlara dikkat çekiyordu: 'Yeşil'in eylemleri Ankara Emniyet Müdürlüğü yetkililerinin yanısıra istihbarat dairesinin de hayli canını sıkıyordu. Eylemlerini önlemek için Yeşil, yakın takibe alındı. Elinde çok sayıda uzaktan kumandalı patlayıcılar olduğu biliniyordu. Yeşil'in eylemlerini durdurmak için Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Şubesi bu kişiye yönelik taciz takibi başlattı. Bu sık sık başvurulan bir yöntemdi. Kişiye 'Ben senin ne yaptığını biliyorum' mesajı verilmek isteniyordu. Taciz takibinde kişiye takip edildiği hissettirilip, rahatsız edilirdi. Aslında Yeşil'i izleyen sadece emniyet değildi. İstihbarat Daire Başkanı Emin Aslan'ı telefonla arayan MİT Daire Başkanı Mehmet Eymür'de. Eymür telefonla 'Mahmut Yıldırım'ı izliyor musunuz' dedi. Mahmut Yıldırım Yeşil'in adıydı. Emin Aslan bizim onunla ilgili bir çalışmamız var dedi. Bu konu önemliydi ve ortada karışık bir durum vardı.'
Emniyet MİT'i kayda aldı Emin Aslan, Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar'a bu konuyu açtı. Eymür'ün kendisiyle görüşmek istediğini söyledi. Görüşme esnasında odada bulunan Eken, 'Konuşmayı mutlaka banda al' uyarısında bulundu. İstihbarat Daire Başkanı teknik takipten sorumlu yardımcısını aradı ve teyp istedi. Eymür'ün odasına girdiğinde teybi çalıştırdı. Emin Aslan görüşmede Cem Ersever'e Güney Kürdistan'da kullanılmak üzere verilen patlayıcıların Yeşil'de bulunduğunu tespit ettiklerini, son günlerde Ankara'daki patlamaların kamuoyunda yankısının büyük olduğunu söyledi. Eymür, 'Yani patlayıcılar için mi izliyorsunuz' diye sordu. Aslan da, 'Evet' dedi. Eymür yan odada bulunan Yardımcısı D.F'yi (Duran Fırat) çağırttı. 'Bu Yeşil'deki patlayıcılarla ilgili ne yaptık' dedi. D.F, patlayıcıların Yeşil'den alındığını ve malzemenin kendilerinde olduğunu belirtti. Eymür Yeşil'in izlenmemesini istedi. Yıllar sonra Mehmet Eymür sitesinde 'Emniyet Yeşil'e patlayıcı vermiştir' iddiasında bulundu. Emin Aslan, Amerika'ya Eymür ile röportaja giden bir gazeteci üzerinden ona, yaptığımız konuşmaların ses kaydının televizyonlara verileceği bilgisini ulaştırınca Eymür bu iddiayı siteden çekti.
Kim doğru söylüyor? Korkut Eken'in Saygı Öztürk'e anlatıkları Mehmet Eymür'ün 23 Temmuz 2000 tarihli makalesiyle çelişmekteydi. Eymür bu makalesinde, şunları söylemekteydi: 'Korkut Eken, 12 Aralık 1994 günü ekibi ile Azerbaycan'a gitti. Benim hakkımda 'ülkücü katili' şeklinde konuşmalar yapıyormuş. Ankara İl Jandarma Alay Komutanlığı İstihbarat Şubesi'nde görevli A. Binbaşı Korkut Eken'le benim için görüştü, beni müdafaa etti. Ancak görüşmeden bozuk ayrılmış. Mehmet Ağar bütün gelişmelerden haberdar. A. Binbaşı'nın elinde M. Ağar ile ilgili 42 milyar liralık bir yolsuzluk belgesi var, fakat kullanamıyor.' Aynı tarihlerde Yeşil'in 'adamlarımdan biri' diye bahsettiği bir kişi kaçarken polisler tarafından ayağından vurulmuştu. Yeşil, 'Ayın birinde İstanbul'da polisler Osman Özbek isimli adamımı kaçarken ayağından vurdu. Ne kadar malzeme varsa gitti. Ev, araba, cep telefonları, çağrı cihazları, elbiseler hepsi gitti. Adamım şimdi İstanbul'a giremiyor. Bu çocuğun yaptığı özel bazı mafyavari işler vardı' diyordu. (Yeşil'in kastettiği kişi bu sayfalarda daha önce bahsettiğimiz Ergenekon davasından tutuklu bulunan Osman Gürbüz'dür.)
Diyarbakır'da Avukat Mustafa Özer'in arabasının bombalanması, Yeni Ülke Gazetesi ve Özgür Halk Dergisi'nin bombalanması ile Ankara'da Uğur Mumcu'nun öldürülmesinde kullanılan patlayıcıların Cem Ersever'in ölümünün ardından Yeşil'in eline geçmesi, Yarbay Korkut Eken tarafından da doğrulandı
Patlayıcıları Eken de doğruladı Diyarbakır'da Avukat Mustafa Özer'in arabasının bombalanması, Yeni Ülke Gazetesi ve Özgür Halk Dergisi'nin bombalanması ile Ankara'da Uğur Mumcu'nun öldürülmesinde kullanılan patlayıcıların Cem Ersever'in ölümünün ardından Yeşil'in eline geçmesi Yarbay Korkut Eken tarafından da doğrulandı. 'Devletin Derinliklerinde' kitabında, şunlar belirtildi: 'Yarbay Korkut Eken Cem Ersever Güneydoğu'daki çalışmalarını biliyordu. Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar'a 'Cem'i emniyete alalım' dedi. Ağar, 'Bilmediğin bazı şeyler var. Almamız doğru olmaz' dedi. OHAL Bölge Valiliği Cem Ersever'e Kuzey Irak'ta yapacağı bazı faaliyetler nedeniyle uzaktan kumandalı patlayıcılar almıştı. Örtülü ödenekten alınan bu patlayıcılar Cem Ersever'e teslim edildi. Ersever bunların bir kısmını kullandı ve örgüte büyük darbeler indirdi. Ersever ayrıldıktan sonra bu patlayıcıların bir kısmını yetkililere teslim etmemişti.'
Ankara-İstanbul eylemleri Cem Ersever'in ölümü sonrasında İstanbul ve Ankara'ya sıçrayan faili meçhul cinayetlerde çok sayıda işveren öldürüldü. Bu ölümlerin, dönemin Başbakanı Tansu Çiller'in bir konuşmasında söylediği, 'Elimizde PKK'ya yardım eden işadamlarının listesi var' açıklamasından sonra birbiri ardına gelmesi ise dikkat çekiciydi. Eken'in bir kahraman olarak anlatıldığı 'Devletin Derinliklerinde' bir takım operasyonlar da anlatılmaktadır. O döneme ilişkin olarak Mehmet Ağar 'Bin operasyon' sözlerini kullandı. Fakat bu 'Bin operasyon' bir türlü açığa kavuşamadı. O dönem İstanbul ve Ankara'da işlenen birçok cinayet aydınlatılamadı. Bu cinayetlerin 'Bin operasyonun' parçası olup-olmadığı konusunda ise bugün kadar tek bir resmi açıklama yapılmadı.
Bin Operasyon DEP Genel Merkezi, DEP Ankara İl Örgütü ve Özgür Gündem Gazetesi Ankara Bürosu bombalandı.
ozgur_ulke_bombalandi 3 Aralık 1994'te Özgür Ülke Gazetesi'nin İstanbul Kumkapı ve Coğaloğlu'nda bulunan binaları bombalandı, gazete görevlisi Ersin Yıldız yaşamını yitirdi.
Behçet Cantürk: 14 Ocak 1994'te işyerinden evine giderken, tanıdığı bir polis müdürü sayesinde arabasından alındı. Bir gün sonra Sapanca yakınlarında şoförüyle birlikte cesedi bulundu.
Yusuf Ekinci: 25 Şubat 1994'te Liceli Avukat, Behçet Cantürk gibi Ankara'da Doktorlar Sitesi yakınlarında kaçırılarak öldürüldü.
Savaş Buldan, Hacı Karay ve Adnan Yıldırım: 3 Haziran 1994'te sabah 04.30'da Çınar Oteli kumarhanesinden çıkınca polis olduğunu söyleyen kişiler tarafından araçları durduruldu, 34 CK 420 plakalı Mercedes araca zorla bindirildiler. Cesetleri Bolu'nun Yığılca ilçesine bağlı Melen Deresi kenarında bulundu.
Medet Serhat: 11 Kasım 1994'te arabası taranarak öldürüldü. Medet Serhat'ın eşi Yurdanur Serhat eşini öldüren MHP itirafçısı Nurullah Teyfik Ağansoy'u tanıdı. Teyfik Ağansoy ise 27 Ağustos 1996'da İstanbul Bebek'de bir çatışmada öldürüldü. Ağansoy Alaattin Çakıcı'nın eski sağ koluydu. Ağansoy'la Bebek'te çatışmaya giren Çiller'in koruma polisi Celal Babür ölürken, Ferda Temel ise ağır yaralandı. Ağansoy'un eşi, Ağansoy'un ölümünden dönemin İstanbul Emniyet Yardımcısı Hüseyin Kocadağ'ı sorumlu tuttu. Kocadağ ise, 3 Kasım 1996'da Susurluk'ta meydana gelen kazada, Abdullah Çatlı ile birlikte kazada öldü.
Namık Erdoğan: Sağlık Bakanlığı Teftiş Kurulu Başkanı'ydı. 1994'te Ankara'da kaçırıldı ve öldürüldü.
Faik Candan: DEP Ankara İl Başkanı'yken kaçırıldı ve öldürüldü. (Candan askerlik yaptığı dönemde Bölge'de sürdürülen kirli operasyonların tanığı da olmuştu.)
65'lik köylünün öldürülmesi Ankara'da kaçırılarak öldürülen DEP İl Başkanı Faik Candan, Eylül 1989'da askerlik yaptığı Siirt Eruh'da yaşanları, 21 Ocak 1991'de İkibin'e Doğru Dergisi'ne anlattı. İkibin'e Doğru Dergisi Candan'ın anlatımlarına 8 sayfa yer verdi. Hasan Yalçın, Selami İnce, Zihni Erdem tarafından hazırlanan ve derginin kapağı olan haber, 'General Türe'nin emriyle köylüyü kurşuna dizdik' başlığıyla verildi. Faik Candan kısa dönem askerliğini yapmak için Ankara'dan Siirt 70 Piyade Tugayı'ndaki birliğine katılmak üzere 28 Haziran 1989 tarihinde otobüse bindiğinde yanına İkibin'e Doğru ile birlikte Medya Güneşi dergilerini almıştı. Okuyup Kayseri'de atmayı düşünüyordu. Kırıkkale'de yanına oturtulan yolcu Eruh Güçlükonak Jandarma Karakol Komutanı Astsubay İsmail Apaydın. Apaydın dergileri görünce ilk sorduğu soru, bunların yasal olup olmadığı. Ve sonra Faik Candan'a PKK sempatizanı damgası vuruluyor. Kısa dönem askerlik yapılanlar dağa gönderilmezken, Candan usta askerlerle birlikte operasyonlara çıkarılıyor. Ve Candan bu dönem Körüklükaya'da sivil insanların ölümüne tanıklık ediyor. Candan'ın anlatımıyla, 65 yaşındaki Halil Başkurt, bizzat Tuğgeneral Erdinç Türe'nin Asteğmen Nami Acar'a 'intikamını almadan dönmeyin' talimatının ardından kurşuna diziliyor. Ardından ise Halil Başkurt'un köyü Tünekpınar boşaltılarak, bütün evler ateşe veriliyor. Tarih ise 3 Eylül 1989. Faik Candan, 'Bu sırrı vicdanımda taşıyamam' diyerek İkibin'e Doğru Dergisi muhabirlerine anlatmıştı. Vicdanının sesini dinleyen Candan, tam üç yıl sonra DEP İl Başkanı iken, bürosundan ayrıldıktan sonra bir daha kendisinden haber alınamadı. Çünkü o da kaçırılıp öldürülmüştü.

Hiç yorum yok: