29 Kasım 2010

FAİLİ MEÇHULLER MEÇHUL KALMASIN-5


BURHAN EKİNCİ - Dedesiyle birlikte bahçede çalışırken esrarengiz bir biçimde kaybolan 14 yaşındaki Metin’den bir daha haber alınamadı. Ta ki 11 yıl sonra babası koyun otlatırken kemik parçaları bulana dek.
Onlar sadece çocuktu
Köyleri basıldıktan sonra bir daha haber alınamayan üç yaşındaki Dilek, amcasının evinden alınan Davut, en son kardeşinin Filistin askısında gördüğü 13 yaşındaki Seyhan, sıcak yatağından kaldırılan Nedim, görme engelli Çayan, kardeşiyle birlikte tarlada çalışan Deham ve diğerleri faili meçhule kurban gitti. Ortak özellikleri ise korucu olma baskısına direnen ailelerin çocukları olmalarıydı. Kiminin yıllar sonra kemikleri bulundu, kiminin ise arkasında bir kare fotoğrafı bile kalmadı. Ama hepsi çocuktu.
Taraf, beş gündür kaçırılan ve faili meçhule kurban gidenlerin kısa öykülerini yazıyor. Bu öykülerin hepsi acıklı ve hüzünlüydü. Hepsi masum sivillerdi. Bugün okuyacaklarınızı ise çocuklardan seçtik.

DİLEK SERİN-GÜLÜZAR SERİN- DÜZALİ SERİN-HATUN IŞIK-YETER IŞIK-ELİF IŞIK-HIDIR IŞIK/ TUNCELİ/

1994Bu bölümde iki ayrı aileden tam yedi kişinin kaybedilişini okuyacaksınız. Her ölüm dokunaklıdır ama Dilek’in ki daha acı. Çünkü henüz üç yaşındaydı. Annesi 34 yaşındaki Gülizar Serin ve babasıyla birlikte Tunceli’nin Gökçek Köyü Mirik Mezrası’nda yaşıyordu. Dilek’in mezradan kendi isteğiyle gitme şansı da yoktu. Ailesi en azından belli bir yaşa kadar onun için neyi uygun görürse onu yaşayacaktı. Ama korumasında olduğu devletin güvenlik güçlerinin ona neyi uygun göreceğini hiç kimse tahmin edemezdi. Her ne kadar bir fotoğrafı ve nüfus cüzdanı olmasa da bir gün kayıtlara Türk vatandaşı olarak geçecekti.

Tarih, 23-24 Eylül 1994. Doğu ve Güneydoğu’nun her yerinde olduğu gibi Serin ailesinin yaşadığı Mirik mezrası civarında da operasyonlar var. İddiaya göre, operasyondaki birlik ise tanıdık. Birçok faili meçhul dosyasında adı geçen emekli Tuğgeneral Yavuz Ertürk komutasındaki Bolu Komando Tugayı. Operasyonda asker mezraya baskın yaptı. Hatun Işık (31), Yeter Işık (22), Hıdır Işık (63), Elif Işık (29) , Düzali Serin (37), Gülüzar Serin (34) ve üç yaşındaki bebekleri Dilek kaybedildi. Ailesinin başına gelenleri sonradan duyan ve mezraya giden Ali Işık’ın cesedi ise 8 Ekim 1994’te çıplak ve başı ezilmiş şekilde köy dışında bulundu. Cesedin bulunduğu yer, Gökçek Karakolu’nun hemen altındaydı. Aileler her türlü yasal girişimde bulundu. Hatta yıllar sonra Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’e mektup yazıp, Meclis İnsan Hakları Komisyonu’na başvurdu. Gökçek Jandarma Karakolu “onları biz de görmedik” cevabını verdi. Cumhuriyet savcısı, dilekçelerini işleme koydu ama olay yerine gitme gereği dahi duymadı. Özkök, mektubu cevap vermeye değer bulmadı. TBMM İnsan Hakları Komisyonu “ağır kayıplar veren örgütün bu iki hane efradını rehin aldıkları ya da ihbar ettikleri düşüncesiyle yanlarında götürdüklerinin değerlendirildiği”ni söyledi.

ÇAYAN ÇİÇEK -ALİ İHSAN ÇİÇEK /DİYARBAKIR/1994

Çayan henüz 15 yaşındaydı, görme engelliydi. İddialara göre yine Bolu Komando Tugayı, 10 Mayıs 1994’te Lice’nin Dernek Köyü’nü bastı. Baskında kadın ve çocuklar bir tarafta bekletilirken, erkekler ayrı bir yere alındı. Kimlik kontrollerinde Tahsin Çiçek, Ali İhsan Çiçek, Cihan Yılmaz, Mehmet Fidantek, Fevzi Fidantek ve Mehmet Özdekçi gözaltına alındı. Lice Jandarma Komutanlığı’na yaya olarak götürülen altı kişi günlerce Bolu Tugayı’na bağlı askerlerin kaldığı meşhur Yatılı Bölge Okulu’nda (YİBO) tutuldu. Daha sonra Cihan Yılmaz, Mehmet Özdekçi, Mehmet ve Fevzi Fidantek serbest bırakılmasına rağmen Çiçek ailesinden iki kişi bırakılmadı. Aradan 17 gün geçti. Askerler aynı köye yine baskın yaptı. Bu sefer daha önce gözaltına aldıkları Tahsin Çiçek’in 15 yaşındaki oğlu Çayan’ı aldı. Çayan’ın gözaltına alınmasına köylüler tanıklık etti. Ancak, tüm çabalar sonuçsuz kaldı. Bunun üzerine aile AİHM’e başvurdu. Türkiye, Çiçek ailesinin dört ferdini kaybetmekten mahkûm oldu.(Karar tarihi: 27.02.2001-Başvuru No: 25704/94) Anne Azize ise 15 yıldır “oğlumdan bana kanlı bir ayakkabı kaldı” diye ağlıyor.

ABDULLAH OLCAY- SEYHAN DOĞANDAVUT ALTUNKAYNAK- NEDİM AKYOLABDURRAHMAN ÇOŞKUN / MARDİN/1995

Tarih 29 Ekim 1995, yer Mardin. Birkaç saat sonra yurt genelinde resmî törenlerle Cumhuriyet Bayramı kutlanacak. Tam kutlamaların başladığı saatlerde Dargeçit’te birkaç aile çocuklarının akıbeti için karakollara koşacaktı. O çocuklardan biri ailesinin geçimine yardımcı olmak için çobanlık yapan Davut Altunkaynak’tı. Henüz 12 yaşındaydı.
İddialara göre, evlerine gece yarısı gelen askerler annesine Davut’u sordu. Amcasının evinde olabileceği yanıtına alan askerler anneyi de yanlarına alarak yola çıktı. Bir süre sonra Davut, annesi Hayat’la birlikte gözaltına alınarak Dargeçit Tabur Komutanlığı’na götürüldü. Hayat, oğlunu Filistin askısında baygın “Anne su, anne su” diye inlerken gördükten sonra serbest bırakıldı. Davut’tan haber çıkmayınca ailesi bütün gerekli kurumlara başvurdu. Savcılığa başvurmalarına rağmen, iki yıl sonra savcı Davut’un babasını çağırarak şikâyetçi olup olmadığını tekrar sordu. Baba “Şikâyetçiyim” dedi. Ardından “Oğlun dağ kadrosuna katılmış” yanıtını aldı. Davut’tan bir daha haber alınamadı.
Seyhan Doğan ise 13 yaşındaydı. Asker evlerini bastı. Dokuz yaşındaki kardeşi Hazni ile birlikte gözaltına alınan Seyhan, Dargeçit Tabur Komutanlığı’na götürüldü. Olayın hemen ardından Tabur’a giderek çocuklarını soran anne Asiye Doğan “Merak etme, gelir çocukların” yanıtını aldı. Ertesi gün tekrar tabura giden anneye bu kez “Çocuklarını bıraktık, eve gittiler, bir daha gelme” dediler. Birkaç gün sonra dokuz yaşındaki Hazni serbest bırakıldı, yaşadıklarını ailesine anlattı. Seyhan ve Hazni işkencelerden geçirilmiş, Filistin askısına alınmışlardı. Hazni, ağabeyi Seyhan’ın askıya ters asıldığını ve çok ağır işkence gördüğünü söyledi. Anne, her gün oğlunu sorarak dilekçeler verdi. Ancak bir sonuç alamadı. En sonunda bir televizyonda yaşadıklarını anlatmaya karar verdi ve dediğini yaptı. Ancak bu ona pahalıya mal oldu. Ertesi gün aniden kayboldu. Kızı Zekiye, Savcılığa gitti. “Görmedik” yanıtını alan Zekiye, sinir krizi geçirdi. Bir saat sonra ise annesi serbest bırakıldı. 11 gün kayıplara karışan anne, konuşmuyordu. Durumu ağırlaşınca doktora götürdüler. Çocuğunun kaybedilmesine yüreği dayanamayan acılı kadın kaldırıldığı Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde yaşamını yitirdi. Seyhan’dan ise bir daha haber alınamadı.
Nedim Akyol ise 13 yaşındaydı. 29 Ekim 1995’te Dargeçit’teki evleri sabaha karşı ağır silahlı askerlerce basıldı. Sıcak yatağından kaldırdıkları Nedim’i gözaltına alarak Dargeçit Jandarma Tugayı’na götürdüler. Aile savcıya başvurdu. Telefonda askerle görüşen savcı “Gözaltında, yakında bırakacak” dedi. Nedim gelmeyince aile tekrar savcıya gitti. Yine askeri arayan savcı Nedim ve birlikte gözaltına alınan yedi kişinin serbest bırakıldığını söyledi. Nedim’den ve diğerlerinden bir daha haber alınamadı.

DEHAM GÜNAY / ŞIRNAK/1997

Deham ise 17 yaşındaydı. İddialara göre, kardeşi Nehyet ile 11 Temmuz 1997’de Silopi’de sınır yakınındaki tarlada çalışırken yirmiye yakın asker tarafından gözaltına alındı. Askerler, iki kardeşi tarlalarının yakınında geniş bir alana götürerek yerdeki içi silah dolu iki torbayı gösterdi. Bunların kendilerine ait olup olmadığını sordu. İki kardeş ne torbalardan ne de silahlardan haberlerinin olmadığını söyledi. Bunun üzerine askerler tüfeklerinin dipçikleriyle iki kardeşe vurmaya başladı. Kafasından yaralanan Deham bilincini kaybetti. Nehyet ise yaralı halde askerler tarafından götürüldü. Nehyet geceyi Habur Jandarma Karakolu’nda geçirdi. Nöbetçi askerlere kardeşinin durumunu sordu. İlki hastanede olduğunu, nöbet değişiminde sorduğu ikinci asker ise öldüğünü söyledi. Resmî makamlar da aileye Deham’ın kaçtığını söyledi. Girişimleri sonuçsuz kalan aile AİHM’e başvurdu. AİHM Deham Günay’ı kaybetmekten mahkûm etti. (Karar tarihi:21.10.2008-Başvuru No: 51210/99)

ŞİRİN BAYRAM / DİYARBAKIR/1996

Şirin Bayram da bir çocuktu. 17 yaşındaydı. Kulp’a bağlı Demirli köyünde Ramazan Tekin adlı bir yakınının evinde misafirdi. 1 Kasım 1996’da, gece yarısı eve bir grup korucu baskın yaptı. Ramazan ile birlikte Şirin de gözaltına alındı. Aile, Şirin’in akıbetini Kulp Jandarma Karakolu’na sordu. Jandarma, her iki şahsın da gözaltında olduğunu söyledi. Baba Mustafa, kısa aralıklarla Diyarbakır DGM’ye dört kez başvuru yaptı. Fakat gözaltında olduğu kabul edilmedi. Şirin’den bir daha haber alınamadı.

 

ORHAN YAKAR / İSTANBUL/1999

Doğubeyazıtlı Orhan 15 yaşındaydı. 1996’da ailesine katkı yapmak için geldiği İstanbul’da yaşıyordu. Aile, sık sık arayan Orhan’dan iki ay boyunca haber alamayınca baba İstanbul’a geldi. İHD’ye başvurdu. Konu savcılık ve Emniyet’e iletildi. Gazetelere ilanlar verdi. Sonucu beklemek üzere köyüne dönen baba, Doğubeyazıt Jandarma Karakolu Komutanlığı’na çağrıldı ve “Bingöl jandarmadan haber geldi, oğlun orada, git al” dendi. Bingöl’e giden baba, yetkili kişilerden “oğlun dağa çıkmıştı, teslim oldu, operasyonda arazide bize yer gösterirken, mayına bastı parçalandı, öldü” yanıtını aldı. Yakalama tutanağında ise Orhan’ın imzası yoktu. Baba Yakar, oğlunun cesedinin parçalarını istedi. Fakat bu talep de reddedildi. Aile AİHM’e başvurdu. AİHM Türkiye’yi oybirliği ile mahkûm etti. (Karar tarihi: 26 Kasım 2002)

METİN BUDAK- BAHRİ BUDAK/ DİYARBAKIR/1994

Yine Diyarbakır, yine Lice ve yine gözaltına alındıktan sonra kayıp bir çocuk... Metin Budak 14 yaşındaydı. İddiaya göre 28 Mayıs 1994’te dedesi Bahri Budak’la birlikte aylar önce boşaltılan Yalımlı Köyü’ndeki tarlalarına gitti. Dede-torun bahçelerinin bakımını yaptıkları sırada esrarengiz bir şekilde kayboldu. Bölgede operasyon vardı. Şüphelenen aile, Başbakanlık, Köy Hizmetleri, Meclis, İçişleri, Kaymakamlık, Başsavcılık ile OHAL ve Diyarbakır Valiliği’ne başvurdu. Ancak netice alamadı.
Aradan 11 yıl geçti. Köye dönüş projesi kapsamında aile köye döndü. Abdulbaki Budak, köyün etrafında koyunlarını otlatırken, dere yatağında toprağın hemen altında bazı kemik parçalarına, eşya ve giysilere rastladı. Aile bunların Bahri Budak ve oğulları Metin Budak’a ait olduğunu teşhis etti. Başsavcılığa başvurdu. Savcı Tamer Can imzalı olay yeri tutanağında, bulunan 10 mermi kovanı ile bir patlamamış merminin MKE yapımı olduğu tesbiti yer aldı. Nisan 2006’da Adlî Tıp tarafından hazırlanan raporda, kemiklerin Metin ve dedesine ait olduğu belirtildi. Raporda, dede ve torunun G-1 ve G-3 piyade tüfeğinden açılan ateş sonucu öldükleri ifade edildi. Budak ailesi, olaydan sorumlu tuttuğu Bolu Komando Tugayı hakkında suç duyurusunda bulundu. İç hukuktan umudunu kesen Budak ailesi, davalarının AİHM’e taşındı.

CEZAYİR-SELİM ve HASAN ÖRHAN / DİYARBAKIR/1994 

Cezayir Örhan, 17 yaşındaydı. Ailesi Kulp’a bağlı Çağlayan Köyü Deveboyu Mezrası’nda yaşıyordu. İddialara göre, 10 Nisan 1994’te köye gelen Bolu Tugayı’na bağlı birlikler köyleri yaktı. Köylüler de çevrede kurdukları çadırlarda kalmaya başladı. Birlik Bingöl- Muş kırsalında operasyona çıktı. 5 mayısta tekrar gelen asker üç gün içinde köyün boşaltılmasını istedi. 24 Mayıs’ta aynı birlik tekrar köye geldi. “Komutan bize yol göstermeniz için çağırıyor, sonra dönersiniz” diyerek M. Selim Örhan, kardeşi Hasan ve yeğeni 17 yaşındaki Cezayir’i götürdü. Bu üç kişiden bir daha haber alınamadı. Aile, tüm başvurulara rağmen hiç bilgi edinemedi. Askerlerin bu üç kişiyi götürdükleri hiçbir zaman kabul edilmedi. Olaydan bir ay sonra tutuklanarak cezaevine konulan Lice’li Ramazan Ayçiçek gözaltına alındıktan sonra Lice YİBO’da Örhanları gördüğünü anlattı. Aile AİHM’e gitti. Türkiye mahkûm oldu. (Karar tarihi: 18.06.2002 Başvuru no: 256567/94)

Burhan EKINCI Taraf

Hiç yorum yok: