19 Nisan 2011

Bir itirafcinin kaleminden -4-


                                    DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
Kader işte!
1996 yılının Haziran ayında, Bitlis iline bağlı Hizan-Tatvan arasındaki kırsal
bölgede icra edilen bir operasyon esnasında çıkan silahlı bir çatışmada, hayatını
kaybeden örgüt militanlarından birinin üzerinden iki adet belge ve çok sayıda
doküman çıkmış, bu belgeleri uzun süre elimde muhafaza etmiştim. 1997 yılında tam
anlamıyla serbestlik kazandığımda Perinçek'in aynı pratiğine devam ettiği ve bunun
bir çok günahsızın canına mal olduğu bilinciyle

DGM Ankara Cumhuriyet
Başsavcılığına suç duyurusunda bulundum.


Suç duyurusunda; Perinçek'in, PKK'nın ikinci gizli lideri olduğunu belirttim.
Savcılığa aynı zamanda elimde belgelerin de mevcut bulunduğunu ifade ettim.
Ancak, elimde olmayan sebeplerden ötürü bu belgeleri DGM Savcılığına iletirken
epeyce gecikmeye uğradım. Bu, bir yılı aşkın bir süreydi.
1998 yılında Perinçek yanlısı Aydınlık Dergisi bölücü, yıkıcı propaganda
faaliyetlerine ağırlık verirken daha sinsi planlarını uygulamaya soktu. Bunun adına
psikolojik harp sanatı deniliyordu. Bu tezgah içerisinde sayısız insan hedef seçildi.
PKK karşıtları hain, yanlıları ise birer kahraman olarak gösterildi. Hedef isimlerden
biri de ben olmuştum. Adım, Aydınlık Dergisi'nin (ÇÖÖ) Çiller Özel Örgütü şemalarına
taşındı.
Bir zamanlar yapılan hataların kabusundan kurtulmak maksadıyla devlet için
yaptığım hizmetleri kötüleyen ve şahsımı provakatör, komplocu ve ajan
tanımlamalarıyla yıpratma gayreti içerisine giren bu bölücü, Perinçek güdümlü yayın
organı sanki beni susturmak ve aleyhine çalışmamı önlemek maksadıyla yapıyordu
tüm bunlan. Zira biliniyordu ki, ortaya atılan iddialardaki gibi ne bir bağlantım ne de
bir çalışmam bulunuyordu. Bu iddialar gülünç, bir o kadar demogojik ve ütopik bir
saplantının esintisi olabilirdi ancak.
Doğu Perinçek'in maskesi düşmüştü. Türk siyasi tarihinde kara lekeli bir isim
daha deşifre olmaktan kurtulamamıştı. Ve PKK'ya yardım ve yataklıktan dolayı
Ankara DGM'nin talimatı üzerine gözaltına alınan Perinçek, dökülen kanların ortağı
olması iddiası üzerine hesap vermek üzere mahkeme huzuruna çıkartıldı.
Bölücü faaliyetler içersinde bulunalı 30 sene olmuştu. 30 senede deşifre
olmamanın öz güveni ile bana şöyle sesleniyordu:
- 'Benimle devlet başa çıkamıyor. Beni sen mi devireceksin?"
Böyle diyordu, Perinçek. Oysa gözaltına almalı henüz birkaç saat olmuştu ki
aracılar vasıtasıyla gönderdiği mesajda;
- "Benim suçum yok. Söyleyin Sami'ye davasından vazgeçsin. Beni
buradan kurtarsın!" diye dert yanıyordu.
Tıpkı Apoizmin ütopyası, PKK'nın sözde mücadele azmi gibi Perinçek'in de
ideallerini bastıran dava inancımdan vazgeçmeyeceğimi gören İşçi Partililer ve sözde
Aydınlıkçılar çareyi topyekün psikolojik, hatta fiili saldın teorilerini üretmekte buldular.
Yayın organlarında haftalarca tetikçi olduğumu, kontrgerilla Örgütünün bir
parçası olduğumu ve birtakım sözde çıkar gruplarının piyonu statüsünde bulunduğumu
işliyorlardı. Kışkırtmalar sonucu vurulmam için birinci sayfadan resimlerimi
yayınlıyorlardı. Akla hayale sığmayan komplo teorileri üretiyorlardı. Fakat tüm
bunların asılsız olması sebebiyle, tabiî ki sonuç elde edemediler. Başarıya ulaşamadıktan gibi, Perinçek'in cezaevine girmesine ve partiden ayrı kalmasına da
mani olamadılar.




Hiç yorum yok: