19 Nisan 2011

Bir itirafcinin kaleminden -1-

Savaş, iki veya daha fazla güç arasında çatlak veren, siyasi Çözümsüzlük
sonucu doğrudan çıkan çatışmalara veya türlü şiddet kullanımlarına verilen bir isim
olsa da pratikte gerçek bir sanattır. Bunu icra edenler de birer savaş sanatkârıdırlar.
Bu sanatı en iyi icra eden şüphesiz galip savaş sanatkârı olmaya adaydır.
Ancak acı bir tanım vardır ki; kanımca bu, savaşın en doğru ifadesi olacaktır.
Aslında savaş bir sanatın ölüm ile icra ediliş şeklidir. Burada esas olan, kural
tanımamazlıktır. Hileyi en iyi kuran zaferin mutlak sahibi olacaktır. 

   Sami DEMİRKIRAN

Bu kitabi yayinlamamiz, icerigine katildigimiz anlamina gelmez.Kitap bazi dogrulari icermekle birlikte özünde bir andic`tir.
Ilerleyen bölümlerde bu kitabin kürd isadamlarini,aydinlarini ve ibrahim tatlises gibi sanatcilarin nasil hedef haline getirilmek istendigini bariz bir sekilde göreceksiniz.
simdilik yorumsuz yayinliyoruz.

BİRİNCİ BÖLÜM
Tarih her dönem ihanetlere sahne olmuştur. Bir çok imparatorluk bu yüzden
yokoluşa sürüklenmekten kurtulamamıştır. Zaten, savaşların en zorunu iç
sorunlardaki ihanetlere karşı verilen mücadele yöntemleri teşkil etmektedir. Osmanlı
da bu talihsiz örneklerle fazlasıyla karşı karşıya kalmıştır. Ve Osmanlı'nın mirası
Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nde de, aynı tezgahlar sürekli kurulmuştur. Tabiidir ki, jeopolitik
ve jeostratejik konumu itibariyle Türkiye Cumhuriyeti Devleti de buna bayağı
müsait konum teşkil etmiştir.

-7-
Ekmeğini yiyip, suyunu içtiği vatanını, şunun bunun kuklası olarak menfaat
uğruna satmaktan kaçınmayan çıkar grupları süreç içerisinde ortaya çıkmış ve netice
itibari ile ülke içerisinde oldukça tahribatlar oluşturmuşlardı. Bunun en belirgin
örnekleri 68 kuşağı olarak isimlendirilen sözde sosyalist gruplar içerisinden çıkmış,
yeşermiş ve günümüze değin uzam vermişlerdi. Gerçekten de o dönemlerde MİT'in
işlevinden daha etkin çalışan gruplar ve liderler ortaya çıkmıştı.
Doğu Perinçek bu örneklerden önemli bir isim olarak öne çıkartılabilecekler
listesinden sadece biri idi.
Bir dönem solun misyoneri durumunda bulunan Doğu Perinçek, gerçekte Türk
toplumu açısından gizem dolu bir kişilikti. Devleti düşünen bir imaj oluşturmasına
karşın kişiliği kozmopolit, icraatları ise daima bölücü ve tahripkâr girişimlere hizmet
etmişti.
1970'li yıllarda Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi gibi illegal bir örgütün başını
çeken Perinçek, Yılmaz kod adıyla pratik faaliyetlerini sürdürürken, PKK'nın Karker
yani işçi adım kullandığı gibi, kendisi için işçileri kale olarak seçmişti. Bu da
proleteryanın illegalite içerisinde kullanılmaya nedenli müsait olduğunun kanıtı
niteliğini taşımaktaydı.
Doğu Perinçek, TİİKP'nin yandaşlarından Ayşe kod adlı Şule Perinçek ile de
aynı süreç içerisinde tanışmış ve arkadaşlıklarını bu vesile ile evlilik ile
noktalamışlardı. Sonraki yıllarda TİİKP davasından yargılanan, ancak delil yetersizliğinden
serbest kalan Doğu Perinçek, TİP, SP ve en son olarak İP ile siyasi faaliyetler
içerisinde bulunmuştu. Fakat her icraatın perde arkasında gizli bir ilişki ve bölücü,
provakatif bir emel yatıyordu.
CIA, MOSSAD, KGB bağlantılı, MİT üstü ajan diye kamuoyunda intiba oluşturan
Perinçek, kendi girişimleri sonucu oluşturduğu kuvvetlerle devletin bekasına yönelik
saldırılarını idame ettirirken, Öte yandan temeli 1973'de atılan ve 27 Kasım 1978'de
kurulan PKK ile de gizli bir diyalog sürecine başlamıştı.
Perinçek, zamanla çıkan söz konusu olduğunda PKK'nın lideri Abdullah Öcalan
ile cılız sürtüşmelere girişmiş, ancak idealleri bir olduğundan bu tür sürtüşmeler geçici
olmuştu.
15 Ağustos 1984 yılında Eruh ve Şemdinli baskınlarıyla silahlı ve yeni bir
dönemeç yaşayan Apocu PKK devletin zaafiyetlerinden ve halkın irade boşluğundan
faydalanarak kısa sürede büyümüş ve "Türk'ün düşmanı benim dostumdur" anlayışı
neticesinde birçok dünya ülkesinin desteğini kapmıştı. Sözde Kürdistan haritaları
çizilmiş, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgeleri Garzan, Serhat, Botan, Gap, Amed
ve Behdinan gibi eyaletlerle bölünerek bu yerlere silahlı güç dağılımı yapılmıştı.
Eylemlerde iyiden iyiye yoğunlaştırıldıktan sonra PKK'ya verilen gizli destek açık
desteğe dönüşmüş, kitlesel hareketlenmeler, kepenk kapatmalar birbirinin ardı-sıra
yaşanır olmuştu. Doğal olarak bu olaylar Öcalan'a da duyulan güveni daha bir
güçlendiriyordu. Ve yıllar sonra, ancak güçsüz duruma düşen Apo'nun arkasından
terörist diyen gazeteci dalkavuklar, yıllar öncesinde Apo'nun propagandasını
yapmaktan geri kalmamışlardı.
Bekaa'ya ziyaretler açıktan yapılıyordu. PKK'ya Kürtlerin temsilcisi, ARGK
militanlarına gerilla yakıştırılması yapılıyordu.
Abdullah Öcalan'ın ayağına gitme şerefine ilk nail olan gazeteci 32.! gün TV
program yapımcısı Mehmet Ali Birand idi. Birand, hep gizlemeye çalıştığı olumlu
tavrını PKK çatısı altında dışa vurmaktan geri kalmayan bir zat idi. Aynı zamanda
cesaretinden dolayı Apo'nun taktirini kazanan ilk ve tek gazeteci idi de.
1991 yılında Güneri Civaoğlu ile Ramazan Öztürk'ü ağırlayan Abdullah Öcalan,
Med TV'nin kuruluşunda yardımları yapan ve HADEP'ten milletvekili adayı olmak
istediğini belirten İsmet İmset'i de kabul etmişti.
En son 1998 tarihinde İtalya'da, Türkiye'de Bam Teli isimli TV programı yapan
Tayfun Talipoğlu ile görüşen Öcalan'ın; "Talipoğlu bana dosttu1, demesi olayların tüm
çıplaklığı ile görülmesini sağlıyordu.
Apo'ya bebek katili demelerine rağmen onunla bir araya gelen, çayını
yudumlayan, bölünmüşlüğe çanak tutmaya yarayacak siyasi çözüm formüllerini
aktüel bir olay haline getiren gazetecilerden Cengiz Çandar -ki bu şahıs eski militanlardan
idi-, İsmet İmset ve Mehmet Ali Birand, Güneri Civaoğlu 1993 yılında Türkiye
ile PKK arasında elçilik yapmışlardı.
Sıkıştıkları vakit ülkelerini satmaktan kaçınmayanlar listesinde bulunanların
yaptığı gibi Doğu Perinçek de maalesef mevcut gerçekler göz önünde
bulundurulduğunda görülecektir ki üstlendiği misyonu PKK'ya karşı layıkıyla yerine
getirmiştir. İlk kez 1989 tarihinde Apo'yu ziyaret eden Perin-çek, ona geçmiş
sürtüşmelerin unutulmasını ve bundan sonraki süreçte ikili mücadele
koordinasyonunun sağlanmasını önermişti. Ancak Öcalan, Perinçek'e, düşünmesinin
şart olduğunu, bununla birlikte kendisi ile birliktelik sağlamasını şahsının da çok
istediğini belirtmekle yetinmişti.
1991 yılında Öcalan'in ayağına kadar giden Perinçek, bu kez daha geniş
görüşme yapmayı başardı. Bu O'nun Apo ile olan ikinci görüşmesîydi.
Perinçek'in yapmış bulunduğu bu girişimler tamamen kanunlara aykırı olduğu
için kendisim siyasal misyonu olan bir lider olarak değil, 2000*6 Doğru dergisinin
çalışanı olarak lanse ediyordu.
Bu vesile ile gittiği Bekaa Kampı'nda Örgüt militanlarını denetlercesine hepsi ile
tokalaşmıştı; eğitim kampının önemli yerlerini gezmişti. Apo ile yukarıda görüldüğü
üzere al gülüm ver gülüm fotoğraf çektirmeler, bu talihsizliği takip eden gelişmeler
arasında bulunuyordu.
Doğu Perinçek'in 1991 yılında gerçekleştirdiği ikinci ziyaretin perde arkasında
yatan asıl gerçek PKK ile bütünleşme sürecini hızlandırmaktı, Bu girişim Apo'dan
randevu almak koşuluyla sonuca ulaştı. Bekaa'da bulunan Mahsun Korkmaz
Akademisi militan yetiştirme kampında gerçekleşen Apo-Perinçek görüşmesinde bir
nevi Sosyalist Parti-PKK ittifakı gerçekleşti.
Bütünleşmenin temel hedefleri halkı devlete karşı kışkırtmak, PKK'yı
legalleştirmek, halkı, PKK'nın verdiği mücadelede haklı olduğuna dair ikna etmek, iş
adamlarının örgütü finanse etmeleri için ahenk ortamına iştiraklerini temin etmek,
örgütün eylemlerini haklı l aştırmak, Avrupa'ya, PKK'nın ve Apoist düşüncenin olumlu
ve cezbedici kriterlerde aşılanmasını sağlamak ve her şeyden önemlisi PKK'nın
verdiği mücadeleyi Ulusal Kurtuluş Hareketi olarak kabul ettirmek amacına yönelik
faaliyetlerde bulunmak olmuştu.
Perinçek, PKK'lı olmasa da mücadele anlayışı içerisinde PKK nezdinde ve
Apo'dan sonra gelen jlanci fakat gizli lider idi. Böylelikle ütopya dahi olsa Apoizmin
düşünsel hizmetine giren Perinçek, deşifre oluncaya değin PKK'ya hizmet sundu.

-9-
Deşifre olayına açıklık getirmek gerekirse şu söylenebilirdi:
Perinçek, bilinen ancak bir türlü kayda değer belgelerle ispat olunmayan bir
şahsiyetti.
Ancak; 1996 tarihinde icra edilen bir operasyonda ölen bir militanın üzerinden
çıkan belgelerle bu şahsın maskesi düşüverdi. Belge, Apo tarafından Perinçek'e
gönderilen aynı kalemden çıkma elyazılı ki, muhtemelen bu alman talimat sonucu
örgütün Marmara temsilciliği tarafından yazılmıştı. 2 adet ERNK mühürlü mektuptan
ibaretti. Mektupların müsveddelerinin kırsalda bulunan bir militanın üzerinden çıkması
doğal sayılırdı. Çünkü her belge niteliği taşıyan yazı, mektup, makbuz, talimat ve
benzeri dokümanlar örgütün anlayışı gereği arşivlenirdi. Arşiv için ise ülke içerisinde
en güvenilir yer kırsal idi. Sonradan hazırlanan rapor ve benzeri durumlarda bu
yazışmalardan faydalanılırdı.
Doğu Perinçek, 1991 yılında Abdullah Öcalan ile kurduğu ittifakın ardından ilk
fiili icraatını yapmak üzere Türkiye'ye döndükten sonra Sosyalist Parti 2. Kongresini
organize etmiş ve Genel Başkanlığı devralmıştı.
Kongrede bölücü sloganlar atılmıştı. Kürt orijinli konuşmalar yaparken, PKK'yı
da ulusal kurtuluş mücadelesi veren özgürlükçü bir örgüt olarak gösterme gayreti
içerisine girmişti.
Perinçek'in Sosyalist Parti ile İşçi Partisi Genel Başkanlığı süresinde PKK ile
olan irtibatı ise Özetle şöyle idi:
1991 yılında PKK ile diyalog sürecine imza atan Perin-çek, Sosyalist Parti
Genel Başkanlığı'm devraldıktan sonra, tıpkı Kıbrıs Barış Harekatı'nda Türk ordusunu
işgalci, Türk generallerim çeteci, Kumlan ise masum gösterme gayreti içerisine girdiği
gibi, PKK'yı da bir terör örgütü olmaktan ziyade Halk Kurtuluş Hareketi olarak
gösterme gayretine sürüklenmişti. PKK lehine geniş çaplı propagandalar yapıyordu.
PKK'm n yapmış olduğu ve kitle ile devleti karşı karşıya getirmek için devletin üzerine
attığı faili meçhul cinayetlerin devlete mal edilmesinde legal de faktör idi. Nitekim
sözde katıldığı birtakım şahısların cenaze törenlerinde, kendilerine kontrgerilla
birimlerinin tacizde bulunduğuna ve devletin Doğu'da terör estirdiğine dair imaj
oluşturma yoluna gitmişti. Bunun halka lanse edilmesinde de kullandığı en önemli
silah "Teori Dergisi" olmuştu.
1991 tarihinden itibaren "Teori Dergisi'nde PKK’dan gerilla diye söz edilir
olmuştur. Halka, PKK'nın vurdukları "ölü", vurulan örgüt mensupları da "devrim
şehitleri" olarak empoze edilmiştir.
Ve birde "leş" sözcüğü vardır ki...
İdeallerin tükendiği ve Allah inancının olmadığı ütopyalar uğruna katliamlar
yapanların kötü unvanıdır "leş" sözcüğü. Bunu yaşayan devlet mensubu dahi olsa.
Ama dilim yine varmıyor bu sözcüğü kullanmaya, ne de olsa mücadele
müptelası çoğu kimse masum, kandırılmış bizim evlatlarımız, kardeşlerimiz idi.
Ancak, "leş" sözcüğü ağır bir tanım olmasına karşın bunu hak edenler de vardı tabii
ki.
Neden mi?
Düşününüz bir kere, dağlarda binlerce genç öldü! Hangisinin adı sözde idealler
uğruna çalıştıklarını ifade eden PKK'nın Merkez Komitesi'nin aklında yer edinmiştir.
Sözde idealin "yaratıcısı" zat bile İmralı yolcusu olunca örgütünü satmaktan
kaçınmamıştı. Keşke sattığı sadece idealler ve duygular olsaydı. Uğruna ölen,
gözünü kırpmadan kendisini yakan binlerce kandırılmış, pırıl pırıl hayat dolu gençlerin
geleceklerini ve hatta yaşam haklarım pazarlamıştı.
İşte bu gençlerimiz, benim kadar şanslı olamadı!
Hem bu dünyaları, hem de diğer dünyaları avuçlarından göçüverdi. Kocaman
bir hiç için...
Abdullah Öcalan, İmralı Cezaevi yolcusu olduğu süreç içerisinde Perinçek de deşifre
olmuş, Haymana Cezaevine konulmuştu. Yıkımın kaderi bir kez daha aynı noktada
birleşti; cezaevinde. Perinçek, Apo'ya nazaran daha şanslı idi. Ve bir kez daha
paçasını sıyırmış, o değerini bir türlü anlayamadığı özgürlüğüne bir kez daha
kavuşmuştu. Lakin vicdanların derinliklerinde bulunan karanlık kuytudan nasıl
kurtulabilirdik!?
Öcalan ölen militanlar için şöyle diyordu:
- "Onlara benim için ölün mü dedim? Sanki benim
için mi öldüler?”
Doğu Perinçek için ise gözaltında bulunduğu süreçte şu sözcükleri sarf
ediyordu:
- "Melik Fırat, Haluk Gerger ve Mihri Belli'nin yanı sıra Doğu Perinçek'in
HADEP'ten aday gösterilmesi için öneride bulundum."
***  

Hiç yorum yok: