4 Ocak 2011

Güneydoğu Ergenekon`u -5-

Hibullahin ölüm odalari
Güneydoğu Ergenekon`u
(5): Domuz bağının ucu karanlıkta
Hizbullah operasyonlarında yakalanan bombaların ordu malı çıkması da JİTEM bağlantısını üst düzey bürokratların açıklaması da durumu değiştirmeye yetmedi. Şimdi umut, Ergenekon soruşturmasının Fırat`ın ötesine geçmesi.
JİTEM`in 1990`lı yıllara damgasını vuran en önemli faaliyetlerinden biri de Hizbullah`la ilişkisiydi. `Büyük` Hizbullah operasyonu yapıldı, bazı liderleri yargılandı ama onları örgütleyen, eğiten, infaz listesi veren isimler perde arkasında kaldı. Oysa konuyu ilk dillendiren öldürülen JİTEM komutanı Binbaşı Cem Ersever, `Hizbullah ile bağlantılı iki kişi Alaattin Kanat ile Adem Yakın`dı. Güvenlik kuvvetleri Hizbullah`ı koruyup güçlendirmişlerdi. Hizbullah`ın tetikçilerinin çoğu itirafçıdır` demişti.

Bu bağlantı daha sonra Meclis Faili Meçhul Cinayetleri Araştırma Komisyonu`na bilgi veren Batman Emniyet Müdürü Öztürk Şimşek tarafından da doğrulanmıştı. 1994 yılında Batman`a atanan Şimşek, şunları söylemişti: `Ne yazık ki Hizbullahçılar, bir dönem askerden yardım gördüler. Buradaki bazı askeri birliklerde silahlı eğitim yaptılar, lojistik destek gördüler.`
Hizbullah`ın karargahı: Yolaç
Daha da ayrıntılı açıklamalar yapıp isim ve yerler veren Abdülkadir Aygan, Hizbullah`ın bir karargahını da `Diyarbakır-Silvan yolu üzerinde bulunan Yolaç (Susê) Köyü. Hatta şehitlikleri de var onların` diye tarif etmişti. Ama kimse bu karargahların orada yaşayan insanlara nasıl yansıdığını sorgulama gereği duymamış, mağdurlar ise korkudan yıllarca ağızlarını bile açamamışlardı. Aygan`ın Susê Köyü dediği, burada tam bir terör estiren Hizbullah`ın vahşeti ancak yıllar sonra `domuz bağı` ve işkence hücreleri ile kamuoyunun gündemine gelmişti. Oysa infaz timlerinin alıp götürdüğü yer de, kimin götürdüğü de çevredeki herkesçe biliniyordu. Yarattıkları dehşet o kadar büyüktü ki, Diyarbakır İHD Şubesi`nde görüştüğüm A.D, bugün bile isminin açıklanmasını istemiyor.
Göç ettiler yine de kurtulamadılar
Abisini 1993 yılında `kaybeden` A.D kendi öyküsünü anlatırken, 1990-1993 yıllarında Silvan`a hakim olan atmosferi de aktarıyor: `O dönem faili meçhuller çok yoğundu. Esnaf saat 11.00`de dükkan açıp, saat 14.00`de kapıyordu. Kahvede otururken gündüz gözü insanlar alınıp, öldürülüyordu. Öyle bir ortamdı ki, bizim de başımıza gelir mi, diye korkmayan yoktu. Biz de abimle korkudan göç ettik.`
Ağabeyiyle birlikte Kaymakamlığın açtığı Halk Eğim Merkezi`nde kurs görüp, dokuma ustası olan A.D, yine Kaymakamlığın aracılığı ile 1993 yılında Antalya Halk Eğitim Merkezi`nde iş bulunca çok sevinir. Hem meslek sahibi olmuştur hem de o korku atmosferinden kurtulacaktır. Dönemin Silvan Emniyet Müdürü ve Kaymakam Vekili Vehbi Yıldız, `Gidin, orada size göre iş var` der. Abisi de Tarsus`ta senelerce aynı kişinin yanında, aynı kahvede çaycılık yapar.
Herşey yolundadır, ta ki Silvan`da kalan anneleri vefat edene kadar. Mecburen Silvan`a gelip, annelerinin cenaze törenine katılırlar. Taziyeleri kabul ettikten sonra A.D Antalya`ya döner. Abisi bir süre daha kalacaktır. Ama bir hafta geçmez ki, abisinin acı haberi gelir.
`Kaçıranlar komşumuzdu...`
`Abim elektronikten anlardı. Bir tanışımızın televizyonunu tamir için Silvan`a gidiyor. Dönerken silahlı, sivil giyimli iki kişi yolun ortasından kaçırıyor. Herkes görüyor ama kimse korkudan şahitlik yapmıyor. Bir kadın babama, abimi kaçıranların A.G ve A.G olduğunu söylüyor. Bunlar bizim komşumuz, düşünün. Evleri bize 500 metre. Birlikte tarla ekip, biçmişiz. Babam hemen G`lerin evine gidiyor. Durumu anlatıp, abimin nerde olduğunu niye kaçırıldığını soruyor. Olayı inkar etmiyorlar ve babama `İslamiyet`in şartlarına göre geri vereceğiz, ama önce cemaate ifade verecek` diyorlar.`
Hizbullah`la Özel Tim birlikteydi
Aradan birkaç gün geçip, B.D gelmeyince babası tekrar G`lerin evine gidip sorar. Ama bu sefer reddedip, `Gören kimmiş, onu söyle` derler. Gören kadının da öldürüleceği bilindiğinden elbette adını veremezler: `Zaten öyle bir durum vardı ki, Batman`dan Silvan`a gelip, Silvan`dan Batman`a gidip öldürüyorlardı, tanınmasınlar diye. Suse köyünde bir camii vardı, Hizbullah`ın karargahıydı. Oraya götürdükleri kimse sağ çıkmazdı. Özel Harekat Timleri ile birlikte çalışırlardı. Bunu çevredeki bütün halk bilirdi, ama kimse ses etmezdi.`
Bütün bunları metanetle anlatmaya çalışan A.D, Hizbullah operasyonu sonrası girilebilen camideki hücrelere sıra geldiğinde gözyaşlarını tutamaz.
`Ben bizzat gördüm. Bir insanın ancak oturursa sığabileceği genişlikte hücrelerdi. Kanlı insan elbiseleri bulduk. Bir ceketi abimin ceketine benzettim. Herhalde abime de oralarda eziyet etmişlerdi. Kim bilir ölüsünü nereye attılar.`
A.D`nin anlatımına göre, dilekçelerini işleme bile koymaz savcı. 2002`de Silvan Cumhuriyet Savcılığı`na tekrar dilekçe vermeye gittiğinde ise savcı `abinden haber alırsan bize de bildir` deyince çok kızar. `Biz 1993`den beri arıyoruz, bizi arayacağını bilsek niye buraya gelelim` der. Bugüne dek alabildikleri tek yanıt ise abisinin PKK`nın dağ kadrosunda olduğudur. `Tanık var, herkes tanık, bunun doğru olmadığına. Yine de böyle söylüyorlar. Abim elektronik işler yapar, çaycılık yapar, akşamları saz çalar türkü söylerdi. Kürtçe türküler söylediği için muhtemelen kin aldılar.`
Dehşeti çocuk gözüyle anlattı
Nevzat Polat, babası Sabri Polat ve amcası Abidin Polat`ın gözaltına alındığı 1994 yılında henüz 14 yaşlarında bir çocuktur. Babası ve kardeşiyle Şırnak`tan amcasının tarla işlerine yardım için Buğdaylı Köyü`ne gelirler. Hikaye de burada başlar: `Amcam pamuk ekmişti. Ben, kardeşim ve tarlada çalışırken uzaktan bir askeri aracın geldiğini gördük. Ama fazla ilgilenmedik. Aklımıza hiç bizle ilgili bir şey olabileceği gelmedi. Askerler bizim orda durup, `Sabri ve Abidin Polat kim` diye sordular. Ortaköy Karakolu`ndan Gökhan adlı bir astsubaydı komutan. Ortaboylu, siyah saçlı biriydi. Babamla amcamı tekme tokat döverek araca bindirdiler. Ben o güne kadar hiç böyle bir şeye tanık olmamıştım. Kardeşim Ali de 12 yaşlarındaydı o zaman. İkimiz ağlaya ağlaya arabanın peşinden koşmaya başladık. Yaklaşık iki km. falan koştuk arkalarından. Bizi fark edince durdular. İkimizi de dövüp `geri dönün` diye bağırdılar. O sırada pamuk tarlalarının arasında beyaz bir Toros arabayı fark ettik. Babamla amcamı askeri araçtan indirip, o Toros arabaya bindirdiklerini gördük. İki gün sonra amcamı bıraktılar. Ama üçüncü gün yeniden çağırdılar. Ben `amca gitme` dedim. `Gitmezsem devlete karşı suçlu konuma düşerim`, dedi ve gitti. Bir daha ikisini de görmedik.`
TARAF Kaynak:TevhidHaber.com

Hiç yorum yok: