19 Nisan 2011

Bir itirafcinin kaleminden -3-


                                                 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
1993 yılı içerisinde eyalet karargahından geçiş yaptığım Gevaş Bölgesi kırsal
kesiminde aslen Cizreli olan Ali kod adlı bölge sorumlusunun denetiminde eylem
ağırlıklı icraatlarda bulunuyorduk. Tarihîni ay ve gün olarak anımsıyamadığım -ki bu,
yılları dahi unuttuğumuz baz alınırsa oldukça doğaldır- mahrumiyet ortamında,


havanın alabildiğince sıcak olduğu bir günde "İnek Noktası" denilen Gevaş'a bağlı
"Kel-ha Reş" tepesinin eteğinde yaklaşık 60-70 kişilik bir grupla toplu bir şekilde
konaklıyorduk.
'İnek Noktası" denilen yer bu ismi, bu noktada önceden kaçırılan ineklerin toplu
şekilde burada kesilmesinden ve ardından bunların kavurma yapılarak burada
depolanmasından esinlenerek almıştır.
Örgüt militanlarının güneşin sersemletici sıcağından kaçarak kayaların dibine
üşüştüğü Öğlen saatlerinde bulunduğumuz noktaya silahlı birkaç milisimiz geldi.
Tepelerde nöbet tutan tepecilerin yanı sıra etrafımızda güvenlik maksadıyla
bekleyen nöbetçilere yaklaşan milisler güvenilir ve tanıdık olduğundan dolayı
onlardan sadece izin almak suretiyle grup içerisine daldılar. Doğruca hemen karşımdaki
gölgelik bir alanda çay yudumlayan bölge sorumlusu Ali'nin yanına vardılar.
Ali'yi önce selamladılar. Yanına oturdular.
Ben onlardan biraz uzak durduğum için konuşmaları duyamıyordum. Fakat hal
ve hareketlerinden keyifli sohbet geçirdikleri besbelli idi. Bunu yüzlerindeki
tebessümden bunu anlamak mümkün idi. Yaklaşık bir saat sürdü aralarındaki sohbet.
Milisler Daldere köyündendi. Kendilerini ben de tanıyordum. Örgüte katıldıktan
kısa bir süre sonra tanışmıştık. Milisler ayağa kalktılar; Ali'nin yanından ufak
adımlarla ayrıldılar. Bana doğru yaklaştılar. Kendi aralarında beni gösterircesine
îşaretleşiyorlardı da. Ayağa kalktım. Kendilerini selamlayarak birkaç adım da ben
yaklaştım onlara. Önce tokalaştık. Hal ve hatır sorduk birbirimize. Oturmadık. Milislerimiz
ayaküstü sohbet etmeyi tercih etmişlerdi.
Milislerden birinin adı Fadıl idi. Gözlerimle onu kestirdim:
- "Hayırdır, neden geldiniz bu sıcağın kavurucu zamanında?" Alî ile ne
konuştunuz?"
Fadıl:
- "Sanırım siyasal parti liderlerinden biri Önderliği daha önce ziyaret
etmiş ve kendisi ile bu son dönemlerde de sürekli telefonlaşmış. Herhalde bu
şahıs bu
rayı da ziyaret edecek. Bunun için olsa gerek İstanbul'daki arkadaşlar bizi
aradılar. Bu kişiler için randevu verilmesini istediler."
Fadıl, yüzeysel ve kulaktan duyma anlatıyor gibiydi. Aslında bilgi sahibi ve
konuya vakıf biri idi. Ancak, ayrıntıya pek inmemişti bu konuşması ile.
Merak ettim. "Siyasi çözüm için çaba mı var" diye az da olsa umutlanıverdim:
- Allah Allah. Kim bu siyasi lider acaba? Adını biliyor musunuz?
Fadıl, adını söylemek istemese de bana karşı yalan da konuşamazdı,
biliyordum. Ağzından mı kaçırdı, yoksa bana olan güveninden mi bilemiyorum ama;
- Evet Doğu Perinçek'miş dedi.


Perinçek adını duyunca biraz daha umutlandım:
- "O, yırtıcıdır. Yani duyduğum kadarı ile parti önderliği ondan hep 'yalaka,
boşboğaz' diye bahseder. Ama, iyi değerlendirilmesi halinde çok şey yapabileceğini
de sürekli belirtir. İnşallah hayırlı olur."
Ve ekledim:
- Fadıl, peki Hevale Ali bu randevu talebine ne karşılığı verdi?
Fadıl:
- "Ali, böyle Önemli bir görüşmeye kendi iradesi dahilin de evet
diyemeyeceğini, bu konuyu Ebubekir ile görüşeceğini söyledi."
Ardından konuyu değiştirdik, özel konulara değindik. Yaklaşık yarım saat kadar
devam eden görüşmemizin akabinde milislerimizi yolcu ettim.
Sıradan dağ yaşantımız devam ediyordu.
Konakladığımız noktadan ayrılmayarak bir gün daha kaldık. İkinci günümüzün
öğlen vaktinde Bölge sorumlusu Ali, Eyalet sorumlusu Ebubekir'i Yaesu marka sırt
telsizi ile arayarak şifreler kullanmak sureti ile ona Perinçek'in görüşme talebini iletti.
Ancak, Perinçek adım hiç kullanmadı. Ebubekir'in emir ve görüşlerini istedi.
Ebubekir de fazla konuşmadı. Yorumsuz bir lisan ile;
- "Uygundur" dedi.
Ebubekir, Perinçek'e randevu verilmesi enirini bu tek kelimelik emri ile kabul
etmiş, fakat dikkatli olunması gerektiğini de dolaylı olarak dile getirmişti.
Aynı günün akşamında görevlendirilen1 iki müitan ile cevap milislere iletildi.
Perinçek ile yapılacak görüşme komuta kademesi hariç herkesten gizli
tutuluyordu. Randevu verildi. Randevu verilen günün akşamı da Bahçesaray-Van
yolunu takip eden yüksek sırt hattından patika güzergahı izleyerek intikal ettik.
İntikalimiz yaklaşık altı saat sürdü. Nokta değiştirme gereksinimimizi yüksekçe bir
tepenin yamacında konaklayarak yerine getirmiştik aynı zamanda.
O gün ben tepeci olmuştum. Kendi mangamı almış, biksimi omzuma
yerleştirmiş, zirveye mevzilenmiştim. Bulunduğumuz tepe sıcak bir mevsim olmasına
karşın oldukça dondurucuydu. Zamanımızı yanımıza aldığımız ufak bir çaydanlıkta
demlediğimiz çay ve ısınmak için sarıldığımız kefilerimizle doldurmaya çalışıyorduk.
Bir rivayete göre, bu tepede yazın ortasında bile kar yağdığı olmuştur.
Öğlen saatlerine doğru telsiz çağrısı yapıldı. Zirveden tek başıma inmem ve
silahımı değiştirip, kaleşnikof almam istendi. Anlaşılan yine görev vardı.
Verilen talimatı aynen yerine getirdim, silahımı değiştirdim; ana grubun yanına
indim. Grup içerisinde beni ilk olarak Kahraman isimli takım komutanı karşıladı.
Gülümsüyordu:
- "Heval hazırlan, göreve gidiyoruz!"
Yorgun halimle sırtımdaki çantamı yere bıraktım. Başımı salladım, göreve hazır
olduğumu belirttim.
Akşam vakti, başta Ali olmak üzere çoğu tecrübeli on kişilik grup ile bölükten
ayrıldık. Bölüğe geçici olarak Kahraman vekalet edecekti.


Hiç soru sormadım. Nereye gideceğimize dair bilgim de yoktu. Taciz veya pusu
eylemi yapacağımızı düşünüyordum. Fakat Ali gibi bir bölge sorumlusunun
yanımızda bulunması doğrusu bu ihtimali zayıflatıyordu.
O gece aralıklarla sabaha kadar intikal ettik. Hava aydınlandığı sıralarda
Gevaş'a bağlı Arpet köyünün arkasına kadar uzandığımızı fark ettim. Daha fazla
ilerlemedik, bundan sonra. Köye 15-20 dakikalık uzaklıkta suyun olduğu, kendimizi
kamufle edebileceğimiz bir noktada konakladık. Yanımıza yiyebileceğimiz tek lokma
yiyecek almamıştık. Sadece kara bir çaydanlığımız ile birkaç adet bardağımız vardı
yanımızda. Eee, gerilla aç kalırdı ama, çaysız yapamazdı. Böyle durumlarda ya
köylere girerdik, ya da milislerimiz aracılığıyla erzak temin ederdik.
Hava iyice aydınlandı. Güneşin doğuşu ile birlikte iki milisimiz bulunduğumuz
noktaya vardı. Anlaşılan milisler ile Önceden koordinasyon sağlanmış ve köyün
arkasına yerleşeceğimiz haber edilmişti onlara. Milisler gelirken yanlarına yiyecek de
almışlardı. Kahvaltımızı beraberce yaptık. Kısa, ama hoş bir sohbet kurduk onlarla.
Milislerimiz ile sohbet yaptığımız esnada, neden bu noktaya değin geldiğimiz
benim açımdan aydınlanmış oldu. Ne eylem, ne de lojistik çalışma yapacaktık. Meğer
siyasi bir lider olan Doğu Perinçek'i dağlarda ev sahipliği yapan bizler karşılayacak ve
ağırlayacaktık!!!
Perinçek'e randevu, milislerin ilk geldiği günün ertesinde yapılan istişare sonucu
verilmiş ve cevap aynı gün şahsının bilgisine sunulmuştu. Kendisiyle bir gün sonra
bulunduğumuz noktada buluşacaktık. O günü milislerimiz ile birlikte hava kararıncaya
dek sabitlendiğimiz noktada istişarelerde bulunarak geçirdik.
Akşam beraberce Arpet köyüne indik. Tabii bu iniş gizli oldu. Bunun nedeni,
başka civardan kimselerin köyde misafir olabilmesi ihtimalinden kaynaklanıyordu.
Perinçek de bu köy üzerinden milislerimiz aracılığı ile yanımıza çok gizli
ulaştırılacaktı.
Köyde yemeğimizi yedik, ihtiyaçlarımızı karşıladık, sonra aynı noktamıza geri
döndük.
Ertesi günü öğlen saatlerinde Doğu Perinçek bizimle çok gizli görüşecekti. Bu
görüşme örgütün üst düzey sorumluların yanı sıra sadece randevuya giden on kişilik
grubumuz dışında kalan tüm militanlardan saklı tutuluyordu. Bunun nedeni
güvensizlikti! Her an fire verilebilir ve bu görüşme deşifre olabilirdi.
Zaten Perinçek de kurduğu bağlantılarında, milislerimize, bu durumdan oldukça
endîşe duyduğunu ve gerekli önlemlerin alınmasını rica etmiş... Milislerimizin
anlatımına göre, Perinçek, bu görüşmeden devlet haberdar olur diye oldukça
tereddütte imiş. Ancak bu endişesini sıcak savaş ortamında gerillayı görme heyecanı
bastırıyormuş...
Arpet köyünün arasında konakladığımız noktada ikinci günümüze başladık. Bu
gün çok hareketli ve heyecanlı geçecekti. Bu görüşme bizim için birkaç karakolu imha
etmekten daha fazla taşıyordu. Çünkü yıllardır bir çok Türk siyasetçisinin akıl
danıştığı, bize göre çözümleyici güç olabilecek bir zat dergahımızı ziyaret edecekti.
Öğlen saatlerine kadar çıkardığımız nöbetçilerin güvenliği altında uyuduk. Öğlen
vakti uyanarak yanımızda bulundurduğumuz kara çaydanlıkta çay demledik.
Yudumladığımız çayla birlikte zamanla köyden getirdiğimiz peynir ve tandır
ekmeklerini de atıştırıyorduk.


Açlığımızı gidereli pek fazla olmamıştı ki, birden hemen aşağımız da bir
hareketlenme olduğu nöbetçiler tarafından bize bildirildi. Hep beraber ayağa kalktık.
Ellerimizde bulundurduğumuz mevcut dürbünler ile etrafı kolaçan ettik. Önde iki
silahlı milisimiz, arkalarında da beş kişi olmak üzere toplam yedi ziyaretçimiz
bulunduğumuz yere doğru intikal ediyordu. 10 dakika sonra yanımıza vardılar. Ali,
nöbetçileri, onları karşılamaları için harekete geçirtti. Bu sırada bizler de iyi görünmek
maksadıyla üzerlerimizi düzelttik. Hepimiz Perinçek ve arkadaşlarım karşılamak
üzere tek sıra halinde dizildik.
Doğu Perinçek önde, arkadaşları ise ardında bulunuyordu.
Ve artık, Perinçek, türlü endişelerine rağmen randevu noktasına ayak basmıştı.
Bizi ilk gördüğünde yüzünde oluşan tebessümü ve garip hareketleri görülmeye
değerdi. Tam karşımıza geçti. On metre kadar ilerimizde durdu. Gülüyordu. Kollarım
gerdi. Bizi, sanki birilerine takdim edercesine ellerini öne kaydırdı. Yüzeysel miydi
bilmiyorduk ama, mutlu olduğu tavırlarından gayet netçe belli oluyordu. Onun militanları
değildik! Ancak, içinde büyük bir gurur vardı. Onu yaptıklarımızla da
onurlandırmıştık!
Perinçek grubun arasına daldı. Bizimle tek tek tokalaştı. Ardından şöyle
seslendi:
- "Hepiniz birer kahramansınız!! Türk işgali altın da bulunan Kürdistan'ın
birer onurlu, kahraman savaşçılarısınız!!!"
Ali, ben, hepimiz Perinçek'in bu hitabından oldukça hoşnut kaldık. İçimiz içimize
sığmaz olmuştu.
Ali, Perinçek'e oturması için yer gösterdi. Perinçek ile gelenlerden ikisi yanıma
oturdu. Diğer ikisi de ayakta, az ileride bekliyordu. Grubumuzda Türkçe'yi en iyi
kullanan bendim. Ali'nin izni ile söze ilk ben girdim:
- "Sayın Başkan, öncelikle ezilmiş bir halkın ulusal kurtuluş mücadelesini
yürüten biz ARGK mensupları nı düşmanla kıyasıya boğuştuğumuz ortamda
ziyaret
etmenizden büyük bir memnuniyet duyduğumuzu belirtir, teşriflerinizden dolayı
partimiz ve eyalet karargahımız adına size ve şahsınızda tüm girişimcilere
teşekkür ederiz."
Perinçek:
- "Ben de vermiş olduğunuz onurlu mücadelenizden dolayı sizi gerçekten
kutlamak isterim.”
Ali bozuk bir Türkçe ile;
- "Artık gelmişken gerillanın kara çaydanlığından çay yudumlarsınız
herhalde," dedi.
Perinçek ve arkadaşları Ali'nin bu sözüne dayanamayıp güldüler.
Perinçek ile başlayan bu sıcak buluşma iki saat kadar sürdü. Bu iki saatlik süre
içerisinde meşhur kara çaydanlığımızdan çay yudumlamak Doğu Perinçek'e de nasip
oldu. Konuşurken kendilerinden de taleplerimiz olup, olmadığını soruyordu, Perinçek.
Öyle heyecanlı idi ki, moral depolamamız için sözcüklerinde sınır tanımıyordu. Sanki
bütün kapıların anahtarı oymuş gibi gelmeye başlamıştı bize. Hatta bir an için olsun
kendimizi siyasi çözüm için devletle masaya otur-muş gibi hissederek, istediğimiz
sözde haklan dahi sıralamaya başladık. Tabiidir ki, Perinçek, bu durumdan oldukça


memnuniyet duymuştu:
Bize, ziyaretinin asıl maksadını kısaca şöyle yorumluyordu:
- "Bildiğiniz üzere bir süre öncesine kadar partinin kurucusu Sayın
Abdullah Öcalan ile karşıt düşüncelere sahiptik. O'nun izlediği yolun hiçbir
kazanç
sağlamayacağını düşünüyordum. Ancak, bugün gelinen noktaya baktığımda
tamamen yanılmış olduğumu gördüm. Doğrusu dün, üç beş çapulcu diye
tanımlanan sizler bugün tüm dünyanın tanıdığı ve ilgiyle takip ettiği birer
kahramanlar haline geldiniz..."
Perinçek'in bu sözlerine karşılık Ali de şunları sarf etti:
- "Benim düzgün bir Türkçem olmadığı için size tam anlamı ile
düşüncelerimi açıklamakta zorlanabilirim."
Ali, bu sözleri sarf eder etmez Doğu Perinçek, Kürtçe konuşarak Ali'nin
düşüncelerim Kürtçe ifade etmesini rica etti. İşin ilginç taran Perinçek, Kürtçe
konuşurken tıpkı bizim literatürümüze heval tanımlamasını kullandı. Perinçek'in bu
jesti Ali'yi Kürtçe konuşmaya yönlendirdi:
- 'Verdiğimiz ulusal kurtuluş mücadelesinin birer neferi olarak açık
yüreklilikle belirtmek istiyorum ki, parti önderliğimizin başlattığı ve üretici
kişiliği ile
günümüze değin taşıdığı dava ruhunun takipçisiyiz. Bu dava o kadar büyük ki,
davanın oluşumunu yara tan partimiz PKK'yı tam anlamıyla tanıma ve de idrak
etme noktasına dahi ulaşamadığımızı, ancak kanımız la mücadelenin bir halkası
olmayı amaçladığımızı belirtmek istiyorum."
Perinçek:
- “Evet, doğrudur."
Ali:
- "Biz herkesten dağa çıkın diye bir talepte bulunmuyoruz. Herkes gücü
yettiğince destek olmalı diyoruz. İcabında hiç bir şey dahi yapılamıyorsa, en
azın
dan görüldüğümüz vakit yüzümüze gülünsün, bizimle gurur duyulsun istiyoruz.
8u bile bize yeter!"
- "Size katılıyorum. Ancak bilinçsiz birtakım işbirlikçi gruplar çıkarları
uğruna verdiğiniz onurlu savaşın karşısında yer almaktadırlar. Sakın ha ola, bu
durum karşısında karamsarlığa kapılmayın! Hep bağımsızlığın heyecanı ile
başarıyı düşününü Bundan böyle bu güne kadar sizin, bugünden sonra
hepimizin partisi olan PKK'ye biz de destek çıkacağız!!!”
Perinçek ile moral dolu sohbetin ardından hep birlikte ayağa kalktık. Bu veda
kalkışıydı. Tokalaştık tekrardan. Bizi unutmayın, sözleri arasında onları, geri
götürülmeleri için yine milislerimize emanet ettik.
Bizlerden ayrılarak milislerimizle yola koyulan Perinçek, bir ara geriye döndü. Ellerim
havaya kaldırdı. Kürtçe olarak:
- "Yaşasın Bağımsızlık ve Özgürlük!" diye slogan attı.
Perinçek, arkadaşları ile gözden kaybolduktan sonra bizler de toparlanarak
havanın kararmasını beklemeye koyulduk. Hava karardıktan sonra da bölüğe
döndük.
Bu görüşme tüm savaşçılardan gizli tutuldu.
Anlaşılacağı üzere; Doğu Perinçek, PKK ile doğrudan bağlantı kurabilen bir
şahsiyetti. Aslında devlet de bunu biliyordu!!! Fakat adil, tarafsız ve inisiyatif sahibi
olamadığı için suçluları mahkum edemeyen bir takım hakim, savcı ve bunların
güdümünde bulunan mahkemeler var olduğundan Perinçek'in üzerine gidilemiyordu.
Gidilemedi de.
Bu da zenginler ile güçlülerin nasıl himaye edildiğinin bir kanıtı ve Türk
Devleti'nin bir ayıbı olarak tarih sayfalarında yer edinmiştir.
* * * 

Hiç yorum yok: